Mart, Eskişehir 




“Bugün ne oldu anlatmayacak mısın artık?” 

Demir telefonlarına cevap verememişti kulüp toplantısında olduğu için. Sonra kendini onun evinin kapısında bulmuştu. Yarılanmış şarap şişesiyle karşılamıştı Demir’i. Tıpayı nasıl açmıştı hatırlamıyordu bile, belki aldığı tekele açtırmıştı. 

"Nehirle tartıştık. Olan bu."

"Ve sen de bir şişe şarapla kapıda beni bekledin, öyle mi?’’ 

"Kolay kolay sarhoş olmam, kendimi tehlikeye atacak bir şey de yapmam, biliyorsun.’’ 

Demir’den gözlerini ayırmadı bunları söylerken. Onun sinirini yatıştırmak ister gibi. Günü bitirmek ister gibi. 

"Sinirlendiğim şey bu değil.’’ Başını biraz daha yaklaştırdı Arzuya. Kasırganın ortasında sarılır gibi. ’’Bazen buradasın, yanımdasın ama o kadar değilsin ki. O dalıp gittiğin yer neresi bulamıyorum.’’ 

"Demir... Şu an konuşmasak olmaz mı?’’ 

"Tamam, istediğin gibi olsun. Kahve yapacağım."

Gökyüzü bulutlanmış, sokak lambaları aydınlanmış, pazartesi pazarı toplanmaya başlamıştı. Dar balkonda tek başına kalmıştı Arzu. O an buna ihtiyacı olduğunu bile Demir içeri gittiğinde fark etmişti. Sırtında bir yük hissettiğinde irkilircesine arkasına döndü. 

"Hava soğuk." Hafif bir gülümseme vardı yüzünde. Kupalardan birini Arzu'nun önüne koydu. "Akşam olduğunu böyle hissediyoruz sanırım. Baksana, mallarını toplayıp gidiyorlar teker teker.’’ 

Sokağa çevirdi başını ona hak vermek istercesine. Bugün buraya neden geldiğini biliyordu aslında Arzu. Onun yanındayken saklanma ihtiyacı gütmezdi hiç. Bunu hatırlamaya çalışırcasına yürümüştü Demir’in evine. 

"Anlaşılmanın bir sınırı var mı sence?’’ 

"Nasıl yani?’’ 

"O sınırları biz yaratıyoruz belki.’’ dedi Arzu. "Beni anlamayan herkes için bir duvar var sanki içimde. Bazen o duvarların arkasında öyle çok yaşıyorum ki hiçbir şey hissedemiyorum."

"Nehir'le aranızda ne geçti?’’ 

İstemsizce güldü sorduğu soruya. "Boş ver Nehir’i, bugün bana söylediğin şeyin cevabını veriyorum sana.’’ 

 

 "Ben... Seni sıkıştırmak istemedim.’’ 

Şakağına giren ağrıyı yok sayarmışçasına kaşlarını çattı. "Demir beni sıkıştırmıyorsun, öyle olsa da haklısın kendince. Aşk ne için var biliyor musun? Nefes aldığını tüm varlığınla hissedebilmek için. Ben nefes alıp almadığımı bilmiyorum bir süredir.’’  

"Sana aşık olduğumu biliyorsun. Bana aşık olduğunu da ben biliyorum. Yetmez mi?’’ 

"Seni sevebiliyor olmam hiçbir şeyi değiştirmez.’’  

Oturduğu yerden tabakaya uzandı Demir. Çakmağı hızlıca kavradı. Tütünü çekmeye devam etti Arzu onu izlerken. Elindeki sigarayı söndürmeden duvara yaslamıştı başını. Yanan izmarit karanlık sokakta gördüğü en güzel şeymiş, çocukluğundaki yanık kokusuna gidermiş aklı hep. Güzel annesinin yaktığı pohurun kokusuna. Öyle söylemişti bir keresinde Arzu’ya. Annesinin silüetini unutmamak içindi belki de yaktığı her sigara. Yaşamın çok küçük anlarında, ölülerin silüetleri olmasaydı insan delirecek gibi olurdu.  

"O doğal bakır saçlarından kahverengi gözlerine kadar, bakışların da dahil... Anneme benziyor olman tam şu an, o kadar kırıcı ki.’’   

"Demir...’’ 

"Annemi astım krizine girdiği gün hastaneye yetiştiremediğim için kendimi çok fazla suçlamıştım. Şimdi karşıma geçmiş seni anlayamadığımı söylüyorsun. Seni anlayamadığım her gün için kendimi suçladığımı bilmeden.’’ 

Sandalyeden kalkıp Demir’in oturduğu kanepenin boş tarafına yerleşti. "İçindeki sevgiyi oyuyor... Suçluluk duygusu yani. Beceremediğim, zehrimi akıttığım her şeyden kendimi suçladım. Kendime sevebileceğim bir yan bırakmadım belki de. Seni sevmeyi bırakamadığım gibi. Ama söylesene, kendim uğruna yaşayamadıktan sonra seni seviyor olmam ne kadar gerçektir?’’ Sesinin çatallaşmasını umursamadan konuşmaya devam edecekti ama sustu Arzu. Onun koyu yeşil gözlerinin de dolduğunu fark etti çünkü. 

Dilinin ucuna gelen tüm kelimeler kafasında dönmeye başlamıştı. Ne ambulans sesleri, ne sokak satıcılarının bağrışları, ne de alt komşunun kavgası fayda etmiyordu olan biteni durdurmaya. Demir’in sorusuyla bozulmuştu sessizlik. 

"Ne zaman gideceksin peki?’’ 

"Sen uyumadan gitmeyeceğim.’’