Geçen gün elimde bir kitap, kürsünün üzerine oturdum. Birden gözlerim yavaşça bir kelebeğin çırpınışına şahit oldu. Elimdeki kitabı kaldığım yeri unutmamak adına parmağımı arasına koydum ve öylece bekledim. Kelebeğin sağa ve sola doğru gidişini ve hamle yaparak bir çiçeğe ayaklarını batırıp, kanatlarını açıp kapanmasını, hafif esen rüzgârın kanatlarının dahada oynaşmasına sebep olduğunu fark ettim. Sonra kısacık bir an kelebek olmak istemenin düşüncesi yerleşti zihnime. Zihnimden alıp çıkarmak istedim o düşünceyi. Bilirsiniz, imkânsız ve manasız şeyler sadece zihni lüzumsuzca oyalamaktan başka bir işe yaramaz. Yine de alıkoyamadığım o düşünce sürüklenip, zihnimin dehlizlerinde dalgalar kadar güçlü bir şekilde duygularımın yosunlu, soluk ama sert kayalarına çarpıp vurdu... Ehemmiyet sizliğim an be an büyüdü.

Bir kelebek olmak çiçeklere konmayı, biraz havada, biraz otlarda gezinmeyi ve insanların güzelliğine imrenip kalması demek değil miydi? Bu güzellikle az veya çok yaşamak önemsizdi. Bir gün ya da üç gün ya da bir ay. Bu bir ömre bedeldi. Belimin eğrildiği, omzumun yorulduğu bu hayatta bir kelebek hafifliğini düşünmekte neyin nesiydi?

Yorgunluktu. Süregelen bir yorgunluk. Anlarsınız ya. İnsan yorgunluğu, yaşam yorgunluğu. Bir kemer gibi kasıklarınızı sıktıkça, suyunuzu çıkarır işte. Kelebek gitmişti. Gözden kaybolmuştu. Biz yorgunluk sahibi olanlar; Küçük şeylerin hayatta ne büyük şeylere yol açtığını bilenler, zihnine hâkim olamayan ayrık otları. Küçük şeylerin içimizde tabiat oluşturduğunu biliyoruz. Biz düşlerken yenik düşenler yine de düşlemeyi bırakmayanlar. Islık çalıp kuşlarla birlikte olmayı seçenler. Biz yorgunluğumuza rağmen bu hayatı seviyoruz.

Sevgili Roza, bir dahaki kitabın beni senin yüreğinle kavuşturmasa da, zihnimin derinliklerinde mutlak seni hep hatırlayacağım.

Not: Bu kitabı ikinci okuyuşum. Bu ilkinden daha değişik ve farklı etkiliyor. Seni anmak bana iyi geliyor Roza. Başka kitaplarda, başka bilmem nelerde hep seni güzel anmak dileğiyle. Seni gerçekten çok özledim hoşça kal.