Benim için yazmak hiç böylesine zor olmamıştı. Bana hep hüzünlü şeylerden bahsettiğimi söylüyorsun. Öyle sahiden değil mi? Bende böyle bir insanım. Küçüklükten kalma bir alışkanlık gölgelerle yaşamak yahut sandıklara bastığım işlemeli keder mendilleri. Bu mendillerin hepsi gözyaşımı silebilmem için imtina ile yapıldılar. İçimde bir şey var yada dışımda. Onunla doğdum ben Roza. Ne diye sorma sakın. Sorma. Bahçelerde gömülü bir sürü hüzün tohumu, ben bunları yetiştirmeyi seviyorum. Önceden hazırlanmış bir plan gibi vücudumu saran öfkeli yeleği ben belki de çok erken giydim. Güzel şeylerin derinine indikçe arayıp buluyorum işte. Sorun bende. Tamamen bende. Bıktın değil mi benden? Yada ben öyle olsun istiyorum. Seni çok seviyorum buna rağmen istiyorum. Benim için öylesine zor ki sevildiğini bilmek ve bununla yaşamak. Bunun sorumluluğunu taşıyamamak, yetememek... Belki de verecek çok bir şeyim yok yada bazı şeyler daha yüzeyde kalmalı ben bunu beceremiyorum. Bana ondan bahsetme, canım çok acıyor Roza. Ona aşık olmak başıma gelen en kötü şeydi. Onu tanımamayı yeğlerdim. Öyle ki her gece başımı yastığa koyduğumda onun bu hayatta olduğunu bilmek içimi böylesine acıtmayacak, bu uzaklığa kahretmeyecektim. Hiç tanımamış olsaydım bu yükü taşımak zorunda kalmayacaktım. Onu içimden koparıp atmak istedim, hüzün tohumlarının olduğu bahçeye atmak. Böylece onunda benden haberi olurdu. Sanki kulaklarıma üç kez kendi adımı değil de onun adını okudular. Gidemem. Gidemem ona. Zaten gitmem için kendimi bulmam gerekir. Ona yenik düşmek ne aşağılık şey. İçime çöreklenip kalan yüzü, suya batırıp çıkardığım elleri, yüzümü terk edeli ne kadar olmuştur dersin? Bir ömür gibi geldi. Yaşlanıyorum Roza ellerim onun yokluğunda tazeliğini kaybetmiş benekli bir balık gibi ağzı açık bir şekilde bekliyor. Nasıl unutayım? Nasıl gideyim? Bana en son "ben bir tek sana aşığım." yazmıştı. Hiçbir şey demedim. Sen kendini aldattın demedim. Sen, seni hiçbir şeye değişmeyecek bir kadını kaybettin. Sen benim hayatımı mahvettin...Çok şeylerde vardı, içimde kaldı. Bana çok kez konuşmalısın demiştin. Ben yaşadığım şeyleri yüklenirken onları sözcüklere dökemiyorum Roza. Bu benim içimi daha çok acıtıyor. Her kelime yaşanılanı daha gerçekçi kılıyor sanki. O öyle bir yakındı ki bana...Bu beni güçsüz yapıyor işte ona karşı. Zayıfım, eziğim... Bunun değişmesi için o duyguların donup kalması gerekli sanırım. Susmak zaten bu hayattaki azami vazifem. Benim için aksine konuşmak çok farklı geldi her zaman. Uzun uzun gözlerine, dudaklarına, kaşlarına ve yüzündeki buruşuklara bakarak insanları izlemek hep garip gelmiştir. Her şeye çizik çekip omuzumda senin ellerini isterdim Roza. Kaç gündür kargalar karnımı deşiyor, uzun bağırsaklarımı karnımdan söküp kendi aralarında kavga ediyorlar. Benim için yani düşünebiliyor musun?
Ne acziyet buna hayranlık duymak değil mi? İnsanlarda böyle işte Roza. İçimizden ruhumuzu çeker alırlar gıkımız çıkmaz. Buna tek dayanak sevgidir. Sevgi, uğruna her şeyin göze alınacağı duygu. Bizi biraz sevsinler diye her şeyi verebiliriz değil mi? Doğrusunun bu olmadığını biliyorum sen söylemeden öncede biliyordum. Koşulsuz sevmek kadar, sevilmek için her şeyini vermekte ne yanlış. Yağmur yağıyor senin sevdiğin gibi. Niye bu kadar seviyorsun yağmuru? Balkona dayanan ağacın dallarının gözyaşlarını siliyorum...Hep böyle yapıyorum.
Senin gözyaşların Roza onlardan haberim bile yok.