marazi bir kayıtsızlıkla işlenen  

ruhuma yazılmış ve okunmuş bir manifesto 

hangi kitapta yazmış ki sen okuyorsun gözlerimin içime bakıp 

ilahi kimine göre, 

bir o kadar da afaroz edilmiş uzak bir ülkeye yerleştirdim kendimi

tarihini, sesini, nefesini bilmediğin bir ülkeye yerleştirdim 

saksıdaki nergisleri senin için sularken

elinde zambak tohumlarıyla geldiğinde yerleştirdim

sana geldiğim her adımda kendi uçurumuma yaklaştığımı hissettiğimde yerleştim

bir umudu kurtarıp yeniden yeşertebildiğimi anladığımda yerleştirdim

oysa ben

neyi yeşerttiysem sen soldurdun 

neyi kurtardıysam sen öldürdün  

şimdi tenimdeki soğukluğu teolojik kisveler ifade edemez 

sadık’ın kör baykuşunu kafeslemesine özgürlükle ilgili aforizmalar söylenemez

sen sürüp giden hayatı sırtlanırken doğrularınla 

es geçtiğim yerlerde durup sana bakıyorum 

atladığın sayfaların altını çiziyorum

solmuş renklerini ayıyorum bir kenara 

pastel tonlara iliştiriyorum 

siliyorum yakınından bana dair uzaklıkları 

işte bu, 

yerleştirmeye çalıştığım 

etten kemikten bir beden değil 

kalabalık, ağırlık, kaldıramamışlık

nasıl bir tarif edilememişlik ki bu 

eşsiz sonatların sesini kısıyor çığlıklarım 

ve alıkoyduğum ruhum beni büyük bir çaresizlikle boğuyor 

nasıl müthiş bir çoğulluğun içindeki tekillik 

duvardaki izlerin ellerindekilerle örtüşmesi 

bilemezdim kafamı doldurmaya çalıştıklarımın bir gün karşıma dikileceğini

eminim kılık değiştirip yüzünde o acı ifadeyle gülerdi 

öyle kuru bir gürültüyle yankılanırdı ki bu 

kan akışımın fısıltısını bile bastırırdı 

gözle görülmeyen ve bedbaht bir halde karşılardı yaralarımı 

o en karanlık hislerin ay ışığına yansıyışını selamlardı 

mart akşamından hallice gecenin zifirisiyle raks ederdi 

yazdıklarımın göz perdelerini aralar mürekkebi zerk ederdi

ve ben yine uzak ülkeye yerleştirirdim çarmıha gerilen ruhumu 

fırça darbelerim süslerdi bölük hafızamı 

ben, uzaklardaki yansıyışına güvenirdim.