Kafessiz bir kuş gördüm rüyamda. Ateş rengindeydi. Yaklaştım ona, korkmadı benden, gözlerimin içine baktı. Rahatsız oldum biraz, ruhumu gördüğünü hissettim.


“Benim de kuşum var.” dedim ona. “Aynı sana benziyor ama o buz renginde.”


“O zaman nasıl bana benziyor?” dedi. Sesi, kelebeklerin kanat seslerini andırıyordu. “Anka kuşu musun mübarek? Bu ne gizem, bu ne değişik tavırlar?” diye sordum aniden. İç sesim hoparlörü açtı da dışarı yankı yaptı cümleler.


Görkemli kanatlarını açınca, el kadar kuş, bir kartal kadar asil görünüyordu. Kafamın üzerinde bir tur uçtu. Korkmadım ondan. Aslında nasıl desem, bir mutluluk kapladı içimi. Seksek oynarken sıra bana geldiğindeki neşe ya da hani yakan topta, ortadaki sıçanı vurduğumda hissettiğim gurur gibi bir duygu.


"Sen ne kuşusun Allah aşkına?"


"Senin ruhunun bir yansımasıyım ben. Az önce sana baktığımda, ruhun anladı bunu. Ama insan zihni, ayırt edemez böyle şeyleri."


Saray odası gibi bir yerdeydik. Kırmızı püsküllü gösterişli perdeler, altın renginde bir yatak başı vardı. Ve yatak bir buçuk kişilikti. Görünce anlıyordunuz bunu. Kocaman ahşap oymalı bir sandık, bütün bunların yanında sönük kalan eski bir sandalye ve masa duruyordu.


Kuş sandalyeye konduğunda, oraya oturmamı istediğini anladım, o da kafesine doğru uçtu. Kafes diyorum ama demirleri yoktu. Yani süslü mermer çatısı resmen havada duruyordu. Kuş da öyle. Daha dikkatli bakınca anladım. Görünmez bir tüneğe konmuştu. Bu kadar fantastik ayrıntı bana fazla gelmişti. Başım dönmeye başladı. Kafamı masaya koyup biraz kestirsem diyordum ki kuş yine zarif gagasını azıcık açarak:


"Uyursan uyanırsın" dedi. Boş boş yüzüne baktım.


"Burada uyursan, dünyada uyanırsın. Yani rüyan biter. Sana söylemek istediğim şeyler var. Otur ve dinle."


Masaya baktım aynı masallardaki gibi tüyden bir kalem ve eski bir kâğıt vardı. Yanında da kokulu silgi. Nasıl da özlemişim. Hemen aldım kokladım. Bütün uykum kaçtı.


"Yazmayı seviyorsun ya. Kaydet sözlerimi, unutursan açıp okursun."


"Yazdığım kâğıdı rüyadan gerçeğe mi taşıyacağım? Bunlar bilinçaltımın bir oyunu. Dur hatırladım, lucid rüya bu evet."


"Aklına yazacaksın bunları, kâğıt kalem hepsi birer simge. Bak, beni tekrar bulamayacak kadar şapşalsın ama söylediklerimi yapacak kadar da iyi yüreklisin biliyorum. O yüzden başlayalım."


"Ben sana şapşal demezdim."


"Ama kendi kendine derdin. Ben senim zaten o yüzden takılma bunlara."


"Peki" dedim en alıngan tavrımla.


"Ben de ruhunu simgeliyorum ve bütün ruhlar adına konuşuyorum. İnsanlar eskiden varlığımızdan şüphe duymazdı. Bedenleriniz birer kukla yığınından ibaret. Tanrı ruhlarınızı üflemeseydi içinize, hepiniz çürür giderdiniz. Oysa şimdi tanrıya inanan insanlar azaldığı için, ruhları umursayanlar da iyice azaldı."


"Ruhlar insanların içindeyse, sen de benim ruhumsan, karşımda görüyorum seni, konuşuyoruz. Yani benim içimden çıktın, ben ruhsuz muyum şu an?"


"Cevabın farkına varacaksın birazdan. Öte yandan ben de aynı şeyi söylüyorum. İnsan, ruhunu nasıl görmezden gelir? Birkaç yüzyıldır işler iyice kötüye gidiyor. Para, güç, şöhret için hiç acımadan öldürüyorlar birbirlerini. Hayatın anlamı, pahalı seminerlerde, slayt üzerine yazılan iki kelimeden ibaret sanılıyor. Ruhlarını kurtarmak için sahte hocalar peşinde koşuyorlar."


"Peki benim ruhum kurtulacak mı? Cennete gitmek mi yani kurtulmak?"


"Evet “BEN BEN” demeyi bırakırsan kurtulacak. Her şey Tanrıya döner. Ama maalesef ruh saflığını kaybederse bu mümkün olamaz."


"Ruhun saflığı yani hepimizin dikkat etmesi gereken bu mu? Peki ne yapmamız gerek?"


"Amacımız buydu sadece, dedi ateş kuşu ve gülümsedi."


"Nasıl yani?" dedim.


"Söylediklerimi biliyordun ama yaşam biçimini değiştirmiyordun. Daha çok para için, daha çok prestij için, daha çok beğenilmek için uğraşıp durdun. Hâlbuki bunların hepsi geçici, önem sırasına göre, oldukça aşağıda kalması gereken maddeler. Bunca zaman ruhunu dinlemedin bile."


"Gösteriş meraklısı gibi tarif ettin beni, öyle biri değilim ben."


"Bu süslü sandığa hapsettin ruhunu, susturabilmek için."


Gagasındaki anahtarı bana doğru uzattı.


"Aç artık ve onu özgür bırak!"


Ellerim buz gibiydi, anahtarsa sıcacıktı. Sanki damarları, kanı, canı olan bir varlıktı anahtar. Biraz titreyerek kilide uzandım, çekinerek yavaşça çevirdim, içinden ne çıkacağını hayal dahi edemiyordum. Sandığın kapağını kaldırırken papatya kokuları geldi burnuma. Tam açıyordum ki sandığın kapağı kayıverdi elimden, uyandım. Odamın kapısı gürültüyle çarptı, aynı anda sandığın kapanma sesini duydum. Gözlerimi açtım, mutfaktan papatya çayı kokusu geliyordu.


Peki ya ruhum diye düşündüm, özgür müdür şimdi?