''Zaman değilmiş gideni geri getiren, aslında zamanmış var olanı götüren...” der Cemal Süreya... Öyle de garip bir yer işte bu dünya. Dünya içinde garip bir kavram şu zaman. Bir türlü idrak edemediğimiz ve kıymetini bilemediğimiz...


Sonsuzluk evreninin bir parçasıyız aslında. Yaratılmışların en üstünde var olan bir yaratılmış olarak hem de. Ama duygularına yenik düşen, hayatı anlayamayan bir yaratılmış: insan... Türlü hayatlar içinde geçip duruyor aslında ömrümüz. Tek bir hayat yaşıyor gibi görünsek de birçok hayatın bazen başrolü bazen de figüranı oluyoruz. İstesek de istemesek de sürdürüyoruz bu rolleri. Âlemler arası geçişi yaşıyoruz. Fark etmesek de... Bazen bu hikâyelerde kaybettiklerimiz oluyor. Hem ruhen hem bedenen... Bize de Beyatlı gibi söylemek kalıyor: “Birçok giden memnun ki yerinden, dönen yok seferinden...”


Birçok sokaktan, birçok eski yapının önünden geçiyoruz. Hiç sormuyor muyuz: "Kim bilir kaç bin yıldır, kaç bin kişi geçti buradan? Kaç bin, kaç milyon hayal kuruldu buralarda?" Dertler de tasalar da hep aynıydı oysa yıl kaç olsa da... Dünyada maneviyat hep aynı kalır, maddiyat değişir. Bu, bir bakıma soyutla somutun ezelî bir durumudur. Bize bunların hepsini yaptıran ve yaşatan ise zamandır. Zamanı nasıl kullanacağımızı bilemiyoruz ne yazık ki. Çünkü bir gün elimizden kayıp gideceğini bilmeden yaşıyoruz. Yanlış işlere, yanlış kişilere harcıyoruz zamanımızı.

Sonsuzluğun temel taşıdır zaman. Her algoritmada bulunur. Her şey yer değiştirirken o baki kalır. Ama canımızı en çok acıtan o iken yaramıza su serpen de odur. Böyle de zıtlıkların atasıdır kendileri. Elimizden kayıp gitmeden güzel değerlendirmek umuduyla...

Güzel zamanlar!