Naif bir dokunuş ile canlanırdı sessizlik, gürültü karanlık kadar yakınken aydınlığa. Biri sustuğunda öteki konuşurdu ellerimiz birbirine sokulurken.
Biri sabah saatlerine zifiri ile karşılık verirdi, öteki parlaklığı ile… Işıldamak, gün doğumunu beklediğin süre ile eş zamanlıydı. Güneş çıkmadan parmaklarımızdan yükselen sıcaklık çoktan alacakaranlığı aydınlatmıştı. Saat beş elliydi beşe bir kala olmasına rağmen. Gün doğumunu izlemek için güneşin doğması yerine ellerimizin ve gözlerimizin birbirine sokulması yeterdi. Bakışlarımız, gizlerimizde saklanan izleri ortaya çıkarır ve onları aydınlıkta kaybolmaması için tekrar saklardı karanlığa.