Bir kurtarıcı beklemeyi erken bırakmanın, henüz iki haneli yaşlara varmadan küçücük kafanda her koyunu kendi bacağından asmanın özgürleştirici olduğunu düşünürsün ve bu koyunları saymaktan daha çok yardımcı olur uyumana.

Kusmuk ve çürük vişne kokan şehrin locasında oturup direklerinin dibinde binlerce ölü lağım faresiyle öylece duran ışıltılı, gösterişli reklam panosunu izleyen kadın olmaya doğru giderken ödeyeceğin bedellerin halihazırda ödediklerinden daha kötü olamayacağını düşünürsün.


Bir sike yarayacakmış gibi utanmadan, çekinmeden, kendine acımadan bir de düşünürsün. Düşünürsün ve hiçbir şeyi kontrol edemedikçe daha da kontrolsüz bir hal alır bu kontrol manyaklığı. Gece yarıları ciğerlerine pençelerini saplayıp uykunu lime lime eden şeye ruh krampı diyebilirsin en fazla. En azından ağzın laf yapıyor, derdini anlatabiliyorsun.

Çözmüyor, çözmez. O ayrı.


Ne istedin, ne oldu?

Kimi kurtardın kendinden, kim boğuldu?

Üç beş yılın bilançosu bile dehşet içinde bırakıyorsa böyle, bu hayatın bir de kalanı var. Zayiatı hesap etsen daha da kötü olacak, farkındasın ama kalkmıyorsun masadan ısrarla.

Gece 3, bilemedin 5, bilsen 6...

Siksen hallolmaz.


Fırlıyorsun sonra sandalyeden. Yansıması olan her şeyden uzak durmaya çalışıyorsun kendini yumruklamaktan mümkün mertebe kaçınabilmek için. Şuncacık evde kaç volta atılır diye sorarsanız şaşırtırım.


Düşe kalka sevişip aksıra tıksıra hayatından ittiğin adamlarla çok zaman geçmez. Olacağı yine bellidir.

Sen, kusurlarla olan dertlerin ve biraz olsun nefes alabilmek için parmaklarının morarmasını göze alarak kış ortası açık tuttuğun penceren...


Artık yalnız da hissetmiyorsun.

Artık birilerinin varlığına katlanamıyorsun.

Bu senin yeni normalin ve onay için Sağlık Bakanlığına ihtiyaç duymuyorsun.

Öz sabotaj dediğimiz şey için fazla bilinçli ve haliyle pişkinsin kendi kendini yerken.


Ağlama.

Sakın ağlama.

Tekrar ediyorum, ağlama.


Camı aç.

Alarm kur.

Kırlente sarıldığın için kendinle hala dalga geçebilirsin ama.