“Elveda Asya’m, elveda bitmemiş türküm benim.”


Filmin sonuna geldiğimde tutamadığım gözyaşlarımın aslında uzun zamandır içime çöreklendiğini fark ettim. Sadece gözyaşları da değildi üstelik içime yuvalanan, sustuğum sükûneti onlara görev addettiğim hislerimdi.

Sahi insan neden içinin sesini kısar?

Bir an için bu sorunun yarattığı cevaplarla dolu boşlukta buldum kendimi. Fakat artık kaçacak yerim kalmamıştı. Kendinden kaçan insanın kendine sığınması ne büyük bir çaresizlik. Bütün bu biçareliği önüme alıp ayna karşısına geçtim. Hesap günü gelmiş, tüm korkularla yüzleşecek zaman kapıya dayanmıştı. Yüzümde yıllarca anıların birikmiş olduğu her çizgide bir isyan çığlığı duyuyordum, şimdi sıra onlarındı. Tutsaklığa karşı direnişin tam zamanıydı. Yirmi sekiz yıldır kendimde sürdüğüm hükümdarlığın, diktatörlüğümün sonu gelmişti. İkiye ayrılmış benliğimin savaşı bugün sonlanacak ve bir taraf içimin mezarlığına gömülüp kayıplara karışacaktı. Evet, başlıyorduk işte.

Yanağımdan süzülüp giden ve çenemde birleşip yere damlayan yaşlarımla birlikte kendimi savunmaya başladım.

“Yoruldum, duydunuz işte beni, yoruldum! Büyümesi için emek verdiğim sevginin solmasından, o düşmesin diye yolundaki taşları toplayıp o taşların her seferinde sineme oturmasından, yetmeyenle yetinmeye çalışmaktan, koşmaktan ve yolun sonunda kendime varmaktan, içimdeki vefanın beni tutsak kılmasından, merhametin yarattığı acizlikten, tek kişilik sevdadan iki kişilik yalnızlığın doğmasından yoruldum!”


Bir anda, senelerdir yalnız yaşadığım evde ilk kez sessizlik oldu. Beynimde konuşan tüm sesler dilimden çıkacaklara kulak kesildi adeta. Çünkü neler yaşadığımı, nelere katlandığımı, umut ve inançla nelerin üstesinden gelmeye çalıştığımı en iyi onlar biliyordu, biliyorlardı ama yine de eski beni istiyorlardı. İsteklerini dile getirmeden sözlerime devam ettim.

“Şiirlerin içinde yıllardır aradığım şeyi, kendimde bulduğum anda kavuşmaya çalıştığım, elde etmek için uğraştığım, dünya üzerindeki en büyük nimet diye öpüp başıma koyduğum sevginin sadece benim için anlamlı olmasından yoruldum. Bir yolu iki kişi yürüdüğümü sanırken yanımdakinin, istediğim kişinin bendeki yansımasından ibaret oluşunu gördüğümde, yolun da varmanın da bir anlam ifade etmediğini görmekten yoruldum. Yalnızlık, sesini duyan tek kişinin kendin olmasıdır; anlaşılmamak değil anlamak isteyenin çıkmamasıdır; yalnızlık Cemşid'in Asya’sının gidişini kabul edip başını öne eğdiği sıradaki yutkunuşudur, hissettiği çaresizliktir. Yalnızlık, emeğin karşılıksız kalmasıdır. Yalnızlık; bilmektir, bilmemeyi istediğin her şeyi. İşte ben yalnızlıktan değil yalnızlıktan çıkardığım anlamlardan yoruldum. Yorulmamak için sustum ve sizi susturdum.”


Tek taraflı bir savunma oldu benimkisi; kendim, kendimi savunuyordum fakat benden davacı olan yine bendim. Gözyaşım yanaklarımda kazınmışçasına iz bırakırken başımın ayna önünde eğildiğini fark ettim. Mahcuptum, kaçmaya çalıştığım hakikati kendimden gizliyordum, bana yapılan haksızlıklar kadar haksızlık yapmıştım belki de kendime. Sevginin ne olduğunu hatırlatacak içten bir yüreğe ihtiyacım vardı sadece. Buna inandırmıştım kendimi. Sevmekten korkuyordum, ondan delicesine korkuyordum hem de.

Peki ya bunca korkuya rağmen “yüreğim kaydıysa günah mı?”

Hesaplaşma bitti, duyulması gereken her kelime yankılandı vücudumun en kuytu köşelerinde. Sen sevgiye küsemezsin Asya çünkü sevmenin ne olduğunu en iyi sen bilirsin.