Sahi her şeyin bir sonu vardır değil mi?

Uzun uzun cümlelerin, şarabın, sevişmenin hatta yaşamın bile. Ölümsüz gibi değil miyiz hepimiz? Sanki ayağımıza hiç taş değmeyecek, o araba hiç bize çarpmayacak, sanki bizim selamız hiç okunmayacak gibi.

Nefes alıp vermeyle, bayat umutlarla ve kahkahalarla süslediğimiz dostane sohbetlerimizle geçiriyoruz günlerimizi, gecelerimizi.

Sizin içinizde olmuyor mu hiç boşluk hissi?

Kapanmayan bir yara gibi, açık pencerelerin sonsuz cereyanları gibi bizi en iyi bilen ama bizle hiç konuşmayan aynalar gibi.

Aşk değil bu his ya da yalnızlık. Daha çok farkındalığı unutmaya çalışmanın diyeti gibi. Ne soruyoruz kimseye ne de yakıştırıyoruz bedenimize. Hanginiz ister instagramda kefenli bir fotoğrafı olsun.

Yoksa bu rahatsız mı eder çocukları?

Ya da bizi?

İstenmediğin bir yerde olmak gibi, sevmediğin bir iş için uykularını bölmek gibi.

En kötüsü içimizde bu diyet bize ait bizim gölgemizde, bizim parmak uçlarımızda, bizim nefesimizde, bizim aynamızda ama sahip değiliz ona, yaşamımız gibi.

Nefes alıp vermenin öldükten sonra ne etkisi var bize? Cennet ya da cehennemden bahsetmiyorum, bu dünyadaki varlığımızdan bahsediyorum. Aslında yokluğumuzdan.

Memnuniyetsiz değiliz biz, soyut arkadaşımıza somut dualar edip öldükten sonra huzur planlıyoruz sadece.