Hava bugün ne kadar güzel demeye kalmadan bozmuştu. Gökten hiç duymadığım bir ses koptu peşine sesten hızlı iri taneli yağmur damlaları...

 Şiddeti gittikçe artan yağmurdan insanlar oldukça huzursuzlanmıştı, güneş ışığı geçirmeyen devasa kara bulutlar da çilesiydi bu huzursuzluğun. Hepsi bir yerlere kaçışıyordu içimden yağmurdan bu kadar korkmalarının sebebini kendime sorarken üstümdeki ben cevap verir gibi oldu...

 “Hasta olmaktan korkuyordurlar belki veya...”

Cümlemi tamamlamaya kalmadan yanımda olduğunu fark etmediğim yaşlı bir amca eksik cümleyi tamamlamıştı

“Veya... Zaten hastalar evlat”

Şaşırmıştım, deyim yerindeyse beynime çivi çakılmıştı. İçimden geçirdiğim düşünceleri nasıl olurda başka biri daha biliyor olabilirdi?

Gözlerimi amcaya çevirdiğimde göz göze gelmiştik daha önce hiç görmediğim güzellikteki yeşil renkli gözleri adeta konuşuyordu. Dayanamayıp gözlerimi istemsizce kaçırmıştım zaten hiç kimsenin gözünün içine bakamayan bir insan nasıl olurda adeta zamana meydan okumuş gözlere isteyerek bakabilirdi?

Amcayı etraflıca süzmeye karar verdim. Oldukça sade giyimliydi yüzü ise bir o kadar buruşmuştu. Aslında gözleri her şeyi anlatıyordu...

Heybetliydi adım attığında toprak dile geliyordu bakışları ise dile gelen o toprağı sanki susturuyordu.

Bir süre sessizlikten sonra aynı yöne gittiğimizi fark ettim ben sağdaki sokağa dönmeye kara verince o benden önce hamle yapıyordu sonra merakıma yenik düşerek nereye gittiğini sordum. Gülümsedi sadece, hiçbir şey demedi. Bir bir sokakları aşarken bana doğru baktığını hissettim, içimde bir heyecan istemsizce gözlerimi ona doğrulttum az önce tanıdığımı fark etmediğim o tok ses ‘Sen nereye evlat’ diye soru yöneltince heyecanımın katlandığını, kalbimin yerinden çıkarcasına çarptığını ve konuşmaya çalışıp dilimin dönmediğini fark ettim. Amcanın sesini nereden tanıdığımı düşünürken aynı anda sorulan soruyu cevaplayamıyordum ilk defa böyle bir şey yaşadığım aklıma gelince kendimle ilgili yeni bir özelliğimi de fark etmiş oldum aynı anda iki farklı işi yapmaya beynim izin vermiyordu. Sesi nereden tanıdığımı bulamayacağımı anlayınca soruya yanıt vermeye karar verdim.

‘Buralarda eski bir sahaf varmış onu bulmaya çalışıyorum’ dediğimde yanımda yürüyen ayakların aniden durduğunu ve bir çift silahın beni arkamdan nişan aldığını hissedince arkama döndüm. Amca bana öylece bakmış yine gülümsüyordu.

‘tesadüfe bak evlat düşüncelerimiz gibi yolumuzda aynıymış’ dediğini duyunca istemsizce kahkaha atmaya başladım. Dakikalardır beni korkutan adamla meğerse aynı yere gidiyormuşuz. Bitmek bilmeyen kahkahalarımın amcayı sinirlendirdiğini fark edince istemsizce ciddiyete büründüm. O an aslında hiçbir davranışımı isteyerek yapmamam oldukça ilgimi çekmişti ne zamandır böyleyim diye kendime sormaya kalmadan amcanın ismi aklıma gelmişti. Neydi bu koca adamın ismi? Içimdeki her şeyi tahmin etme isteği burada da kendini belli etmişti.Cevabını amcaya sorup öğrenebileceğim bir soruyu inatla kendi kendime cevaplandırmaya çalışıyordum.

-Hikmet...yok o olamaz Fatih... Evet evet kesinlikle Fatih. Fatih ismi benim için böyle bir bedene isim olmalı.Sorsam şimdi kesin Fatih diyecek biliyorum.-

Cevabı biliyormuşcasına amcaya ‘Adınız amca... Merakımı yenemiyeceğim adınız nedir?’ diye seslendim. Bildiğimden emindim halbuki o zaman neden merakımı yenemiyeceğim demiştim?

Amca düşüncelere daldığımı anlayarak ‘Yapma evlat bunu kendine yapma.’ dedi.

Sesi titremişti ve söylerken bir hatırasını anımsadığını hissettirmişti.

‘Birgün bende senin gibiyken yani aklım ve kalbim bir yerdeyken karşıma bir adam çıkmıştı. Halime bakarak şöyle demişti bana -evlat, sen düşüncelisin diye dünya dönmekten vazgeçmeyecek, insanlar da yaşamaktan.- işte o cümleleri duyduğumda hayatım değişmişti biliyor musun? Artık düşünüyordum ama istediğim şeyleri düşünüyordum. Canımı acıtan düşünceleri hep bir yana koyup görmezden geliyordum. Sonra evlat ne mi oluyor? Bir kenara koyduğun, görünce arkana bakmadan kaçtığın o düşünceler bir gün önünde beliriveriyor. Kaçıyordum halbuki o sefer kaçamamıştım. Hikmet bu ya bu sefer hatayı o adama atmıştım kendimce koca hayatımda o amca karşıma çıkmasa o kaçtığım düşüncelerden kaçmayacak aksine yüzleşecektim. Galip geleceğimden de emindim ha. Bu sefer kaçmıyordum o koca düşüncelerden geleni paket yapıp yolluyordum. Hırs yapmıştım çözüm bulmadan düşünmeyi bırakmıyordum. Peki ya evlat sonra ne oluyor? Paket yaptığın o düşünceler hop karşında tekrar beliriyor hem de hiç olasılığa katmadığın bir hesapla? Evlat hiç kazandım dediğin bir maçı kaybettiğin oldu mu? Ben yüzlerce maçı kafamda kazanıp hayatta kaybettim. Demem o ki bütün olasılıkları hesaba katıp düşündüm dersin ve sonunda dönüp baktığında görmediğin o olasılık bu sefer seni paket yapar! Düşün düşün ama sonunun ne olacağını düşünmeden düşün...’

‘Yıllar geçti sonraları yıllar önce gördüğüm o adama tekrar hak vermeye başladım. Dönüp arkama baktığımda; sorunlarımı görmezden gelirken de mutsuzdum, hüzünlüydüm evlat. Yarattığım o cehenneme alışmıştım ve başka bir dünyanın olduğundan bir haber koca bir ömrün belki de yarısını bitirmiştim.’

Yanımdaki amcanın dakikalar önce yarattığı korku yerini yavaşça hüzüne bırakmaya başlamıştı. Düşünceler içindeyken konuşmamızın nasıl buraya geldiğini anlamlandırmak güç olmuştu. Olurya hani bir insan belki bir çözüm bulurum umuduyla hiç tanımadığı bir insanla konuşmak ister ve o konuştuğu insanın bir daha karşısına çıkmamasını umudeder; zannımca amca bunu umudederek bunca şeyi bana anlatmıştı.

Tekrar konuşmaya başlayacağını hissetiğimde; amca çok konuştum, kafa ütüledim hissine kapılmasın diye dakikalar önce kaçırdığım gözlerimi o koca ormana diki vermiştim. Amcanın bir şey anlatmasını istiyordum işte bunu düşününce amcada kendimden bir şeyler bulduğumu hissettim. Aynı hataları yapmıştım ve gelecekte aynı hataları yapacağımı bilmeme rağmen amcanın konuşmasını kulaklarımı açmış bekliyordum.

‘Acıdın bana evlat. Kendine bile acımazken bana acıdın. İnsanoğlunun zaaflarından biriside bu zannımca. Kendisinin nerde olduğuna bakmadan, çukura düşmüş bir insana yardım etmek ister. Halbuki karşısındaki uzattığı eli tutmazsa yaptığı inceliğin bir anlamı kalmaz değil mi? Elini uzattı diyelim, insan nereden biliyor o çukurda onun içinde bir yer olmadığını? Kırmızı çizgide tam olarak burada. Bu kutlu görevi başarabilirsen kahramansın artık bir insanın gözünde ammavelakin başaramazsan artık sende bir düşkünsün, acırken acınacak hale düşmüş bir düşkün..!’

‘Düşkün deyip geçme sakın ha! Ben kendimi kaybettiğimi sandığımda buldum kendimi evlat. Kendimi bulunca artık daha zordu yaşamak. Bir o kadar da kolaydı düşünmek. Kendini bilmek bir insanın varacağı en büyük rütbe bu dünyada. Ben kendimi bilince evlat çözülmeyen her soru çözüm bulmuştu kendiliğinden dünyamda. Bana sadece bildiğim her şeyi uzaktan izleyip anlamlandırmak kalmıştı.’

Amcayla beraber yürürken zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştım, kafamı kaldırdığımdaysa aradığım sahafın önünde bulmuştum kendimi. Kaldırdığım kafamı dönderdiğimde amcayı görememiştim. İstemsiz bir tebessümle dükkana girmeye karar verdim. Kapıyı ittirdiğimde sessiz bir melodiyle içeri girmiştim. Soluk aldığım havada asırların kokusu vardı sanki. Ambiyans oldukça etkilemişti beni. Önümdeki eskimiş kitaplar kendine has bir albenisiyle bana sesleniyordu. Göz göze geldiğim ilk kitabı elime almıştım bile. Sayfaları çevirirken burnuma gelen o koku ruhum için bir terapiydi. Sağ tarafımdaki uzun kolidoru merak edince yürümeye başlamıştım. İşte kitaplardan başka hiçbir şey beklemediğim o yerde bana asırlardır beklediğim gibi gelen bir kadın denk gelmişti. Kafasını bir kitaba gömmüş içinde yaşıyormuşçasına okuyordu kitabı. Bakışlarından hiçbir şey kaybetmemişti. Güzelliği görmediğim bunca zamanda katlanmıştı sanki. Kafasını kaldırıp gözlerini bana doğrultunca zaman durmuştu artık benim için. Bir puta dönüp nefes almayı unuttuğumu fark edince yüreğimde bir sızı hissettim. Bir çift silahı bana doğrultmuş yüreğime ateş ediyordu ve ben sadece yüreğimdeki o aralıksız sızıyla gülümsüyordum. Ölümü daha önce yaşamış olsaydım eğer bu yaşadığıma da ölüm derdim kendimce. Sesi kulaklarımda çınlayınca efendisi tarafından emir verilmiş bir köle gibi bir korku basmıştı tüm bedenimi. Bıraktığım o sesle ismimi söylemişti kendine has bir edayla. Sesini ne kadar özlediğimi sesini duyunca anlamıştım. Gözlerimdeki birkaç damla yaş yer çekimine yenik düşünce artık kendimi tutmamın anlamsız olduğunu anlayıp hıçkırıklarla ağlamaya başlamıştım. Kafama kaldırdığımda karşımda onu görme ümidi anlamsızca vuku bulmuştu. Gittiğinden beri eğer görürsem diye hazırladığım cümleleri unutmuştum, onu görünce içimde ona olan öfkem yerini yılların hasretine bırakmıştı. Ağladığımı görünce tekrar ismimle seslenmişti bana ne yapacağımı bilmiyordum ama her zaman olduğu gibi istemsiz ve buruk bir sesle sadece ‘Efendim’ diyebilmiştim. Tekrar ismimle seslendiğini duydum acınası bir sesle sadece bana isimimle sesleniyordu. İçindeki heyecanın sesini yüreğimde hissedebiliyordum. Onun da beni bu köhne sahafta görme ihtimalini hiç düşünmediğini anlamıştım. Yavaşça kitabı önündeki sehpaya bırakıp ayağa kalktığını gördüğümde içimdeki kıpırtının aninden arttığını hissettim. Bana doğru yaklaşıyordu ve ben hiçbir şey yapmadan bir erkeğin en savunmasız olduğu halde onun bana gelmesini bekliyordum. Yaklaştığında sadece bana sarılmıştı ve yıllardır düşlediğim o düşünce hiç beklemediğim bir yer ve zamanda gerçekleşmişti. O halde ne kadar kaldığımızı hatırlayamıyorum veyahut ölçtüğüm sürenin mutlak olduğundan şüpheliyim. Kollarımızı bedenlerimizden ayırdığımızda göz göze gelmiştik inanır mısınız bilmem ama ne kadar bu şekilde kaldığımızıda hatırlayamıyorum. Onun için belki de saniyeler sürmüş bu olay benim için bir kelebeğin ömrü kadar uzundu. İşte bana bir ömür gibi gelen o sürede kafamdaki çoğu sorunun cevabını doğrulamıştım.

Sandalyesine oturup karşısında duran boş sandalyeyi gösterip ‘oturmaz mısın?’ demesiyle zaten omzumda olan bunca derde bir dert daha eklemişti. İstemsizce gösterdiği sandelyeye hiç düşünmeden oturmuştum. Beni herkesten daha iyi tanıdığını biliyordum işte o yüzden olmalı ki hiç bana fırsat vermeden konuşmaya başlamıştı. Bunca zamandır nerede olduğunu, yeni insanlarla tanıştığını, bundan sonra ne yapmak istediğini ve şu anda neden burada olduğuna kadar her şeyi ben ona hiç sormadan anlatıyordu. Konuşmasını bir taraftan dinlerken bir taraftan da kendimi sormaktan alamadığım sorular boğazımı sıkıyordu. Aldığım her cevaptan tatmin olmuyor aksine zihnimden ruhuna daha fazla soru yöneltiyordum. İnanması güç ama yönelttiğim her soruyu cevaplıyordu. İşte o zaman beni çok iyi tanıdığını bir kez daha kendimce onaylamıştım. Tüm bunları yaşarken üstümdeki ben bana seslenmişti o sesleniş vucüdumda bir irkilmeye sebep olmuştu hemen ardından dinlemekte olduğum sesin kesildiğini anlamıştım. Bana öylece bakmış benim silahımla beni vuracak gibi hiçbir şey demeden ne oldu demeye çalışıyordu. Hiçbir şey söylemedim veyahut söyleyemedim sadece ufak bir tebessümle cevap vermek isteyince aynanın karşısında defalarca denediğim tekniğimi karşı koz olarak kullanmaya karar verdim. Tam çalıştığım gibi bir cevap olmuştu işte onun hazzını anlatmaya gelince.

Tüm bunları yaşarken karşımdaki kadının yaşadığımız onca anıyı görmezden geldiğini fark ettim. Benim yıllardır beynime yerleşmiş zehirli düşünceler onun için hiçbir anlam ifade etmiyordu, hissediyordum. Dönüp geçmişe bakınca eskisi gibi olmadığımı uğruna kendimden dahi vazgeçtiğim hislere artık sahip olmadığımı biliyordum diğer bir ihtimalle artık hislerimi ilk fark ettiğim andaki gibi kendime bile söyleyemiyordum. Artık hiçbir beklentim kalmamıştı. İçimdeki onu görme umudu kadar büyük bir hisle artık onun kaderimin bir parçası olmadığını da hissediyordum. Yaşadıklarımızı düşündüğümde o anları tekrar yaşama isteği beliriyordu ama artık onsuz olmaz da demiyordum kendime. Böylece dünyalara sığdıramadığım o koca sevginin onun demesiyle artık tükenmek üzere olduğunu biliyordum. Şimdi bu zamandan geleceğe sesleniyor olsam sadece bir zamanlar kendimden bile daha çok sevdiğim kadının geçmişte yaptığı hatayı iliklerine kadar hissetmesini dilerdim.

Bu dileği zamandan dileme isteğinin kendimce bir sebebi olduğuna karar vermiştim. Ufacık hayatım boyunca zamanın hayatımda görünmeden hüküm sürdüğünü hissediyordum. Benim için güzel olan dakikaların saniyelere, kötü olan saniyelerin ise dakikalara döndüğü anlarda hissetmiştim bu durumu ilk defa. Şaşırmıştım desem yalan olur. Öyle bir olgunlukla karşılamıştım ki kendimi o an tanıyamamıştım.

O’nun beni çok iyi tanıdığından bahsederken benim O’nun hakkında hiçbir fikrim yokmuş gibi davranmış olabilirim ancak hayatımda kendimden dahi daha iyi tandığımı bir kişi varsa o da karşımdaki kadından başkası değildi. Öyleki ayrı düştüğümüz bunca zamanda gelecek hakkında ortaya koyduğum her iddiayı kazanmıştım. Geleceği tahmin etmeye çalışmak çok ağır bir yük zannımca. Onca olasılık içinden gerçekleşmesi en yüksek ihtimali görüp uzaktan öylece gerçekleşmesini beklemek...

Tüm bunlar ufacık bir zaman diliminde aklımdan geçmişti. Cesaretimi toplayıp karşımda duran o soğuk suya dalmaya karar verince aslında pek de cesarete ihtiyacım olmadığını ruhumun her zerresinde hissettim. Onunla beraberken bana zor gelen gözlerinin içine bakmak artık benim için sıradan bir olay gibi görünüyordu. Bir avcının avına son kez attığı bakış edasıyla gözlerimi gözlerine doğrultmuştum. Geçen sessiz bir sürenin ardından benim konuşmayacağımı anlayacak olacak ki nasıl olduğumu sordu. O an hiçbir tepki vermek isteniyordum aklıma ilk gelen şeyi dudaklarımdan dökü verdim. “Sence nasıl görünüyorum?” Böyle bir soru soracağımı tahmin etmediğini biliyordum bir müddet düşünmesine izin verip öylece bekledim.

Hiç beklemediğim bir anda yıllardır hayalini kurduğum cümleler dilinden dökülmüştü. Yaptığı hatadan hayatında hiçbir şeyden emin olmadığı kadar emindi ve bu emin olmanın verdiği cesaretle konuşmamızın başından beri söylemek istediği cümleyi dile getirmişti: özür dilerim.

İşte o an benim yeniden doğduğum gündü. Uzun süren bir savaşın komutanı olarak madalyam göğsüme takılmıştı artık. Madalyanın verdiği gurur ve şevhetle bir bakıma kendimle özleştirdiğim tebessümü istemsizce atıvermiştim. Bir zamanlar ben dediğim kadına tekrar baktığımda ise ilginç bir şekilde beklediğimin aksine yenilginin hüznü yerine kendine acıma hissi omuzlarına çökmüştü.

İnsanın değiştiğini düşünürdüm hep değişimin kendisi insan derdim kendi kendime. Ta ki bu olayı yaşayana kadar. Bir insan nasıl olurda değişeme savaş açar ve çıktığı her duelloda bu savaşı kazanır, hayret vericiydi. Kendimce artık bu hikayenin kaybedeniydim ve beni düşünerek bir tek adım atmayan sadece kendini düşünen bu kadın yıllara rağmen bencilliğinden hiçbir taviz vermemişti. Anladım sanıp cevaplar bulduğum her soru tekrar başıma yıkılmıştı. Hata yapmıştım yazdığım senaryoda en can alıcı noktayı yanlış seçmiştim. Planlı galibiyetimin hiçbir önemi kalmayınca az önce göğsüme takılan madalya kendiliğinden yerlebir olmuştu. İstemsiz gülümsemem yerini acıya bırakmıştı. Kendime saatler önce verdiğim söze rağmen daha önce yaptığım bir hatayı tekrarlayarak başkasına acımıştım. Kahraman olmak için çıktığım bu yolda artık bir düşkün olmuştum. Düşününce bu hisleri ona karşı ilk defa yaşamıyordum ve bu manasız hisleri kendimce aşk olarak açıklıyordum. Yıllardır belki sadece bana karşı kurduğu setleri aşamamak benim gibi hırslı birini oldukça etkilemiş olacak ki onu düşünmeden yaşadığım tek bir gün bile hatırlamıyordum. Bütün bunlara rağmen tek bir şeyden emindim artık: pişman değildim. Yaşadığım ve yaşattığım hiçbir şeyden pişman değildim.Şimdi düşündüm de aslında bir şeyden pişman olabilirim ama bunu burada söylemek aptallık mı yoksa büyük bir cesaret örneği mi olur bilmiyorum ve bilmekte istemiyorum. Aptalık ve cesaret arasındaki o ince çizgiye gelirsek eğer bunca zaman gözümü kör eden intikam duygusunu nasıl olurda fark edemedim onu da bilmiyorum, bilmek istememe gelirsek eğer sanırım istemesem bile zamanın bana sorunun nedenini göstereceğinden eminim.

Emin olmak ne şatafatlı bir duygu, etrafında havai fişekler patlıyormuşçasına şatafatlı. Her şeyi biliyorum hissi ne kudretli hissettiriyor insanı senden daha çok bilen biri olduğunu bilmek ise ne kadar küçük düşürüyor insanı...

Her şeyi bilen O’na her gece yalvardığımı hatırlıyorum öylece her gece nefes alır gibi görünür bir yol diliyorum vaktini bilmeden. Şimdi ne kadar çok değiştim diyorum kendime değişimin ta kendisi insan diyorum ve belkide son birkez gözlerinin içine bakarak değiştin diyorum benim hayal etmedeğim şekilde değiştin. Sen ben düşledikçe vardın ve artık sen benim düşüm olamazsın.

Sol gözümden düşen bir tek göz yaşı ile yaşadığım bu anı arkamı dönerek terk ettim ve ilk defa arkamda gözüm kalmayarak...Bunca zaman planladığım onca şeyin belki de ancak çeyreğini yaşadığımı ve geri kalan her şeyi o an ne hissettiysem öyle yaşadığımı anladım ve o an anladığım tek şey sadece bu değildi. Kurduğum planların bir önemi yoktu kaderim ne ise onu yaşıyordum işte bu kanunu öğrenince kafamı gökkubeye çevirip saatler önce haykıran sese teşekkür ettim. Her gece yastığa kafamı koyup dilediğim duanın kabul olduğunu görmek aslında içimdeki yaşama umudunu kamçılamış yeni denizlere yelkenler açmanın vaktinin geldiğini hissettirmişti.

Ufacık hayatımda bana ben olma yolunda öğretmenim olan kadına teşekkürlerimi iletememek içimde bir burukluk yaratsa da söylemememin doğru olduğuna kanaat getirmiştim. Birgün belki bu cümleleri okur umuduyla bu vesileyle teşekkür etmiş zaten oldum.

Yaşlı amcaya gelirsek o ben değilim kim olduğunu da hala daha bilmiyorum umut fakirin ekmeğidir ya belki birgün tekrar rastlaşır ve rastlaşmamızın bir tevafuk olduğunu herkese anlatabilirim.