Yasin Hoca, Hüseyin'in biraz daha yavaş gitmesini söyleyerek "Teşyi halinde iken mevtânın peşinden gitmek sevaptır, biniti olmayanlara yazık olmasın, olabildiğince yavaş git" diye, ekledi. Hüseyin başını tek sefer sallayarak Remzi Efendi hakkında söylediği iyi niyetlere devam etti. İdris, ellerini yüzüne sürüp "amin" dedikten sonra, eûzü besmele çekerek yeni bir duaya başladı. İlyas ise ağır ağır giden pikapın arkasındaki kalabalığı izliyordu. İdris duasını bitirdiğinde İlyas'a dönerek:


"Adam hakkın rahmetine kavuştuğundan beri elini açıp bir dua okumadın İlyas, gözünde hiç mi değeri yok Remzi Efendi'nin." Dedi.


"Remzi Amca babamdan sonra gelir bilirsin, hepimiz için öyle."


"O halde neden iki dua okuyup ahireti için bir şeyler yapmıyorsun." 


"Ben kalbimle dua ediyorum ağabey, hem mevtânın yanında böyle şeyleri konuşmak olmaz."


İdris, söyleneni haklı bulduğu için içindeki suallerini bastırarak dualarına devam etti. Az sonra mezarlığın girişine vardıklarında cenazeyi takip eden kalabalığın gelmelerini beklediler. Camii avlusundaki kalabalığın neredeyse yarısı eksilmiş, bu halde bile oldukça kalabalıktı mezarlığın girişi. Pikapın arka kapağını açıp Remzi Efendi’nin oğullarını beklediler. Nihayet onlar da mezarlığın girişine vardıklarında Yasin Hoca birkaç kelam etmek için karşısındaki kalabalığa doğru sessiz olmalarını telkin ediyormuş gibi elini havaya kaldırdı.


“Birazdan benim de hepiniz gibi gönülden sevdiğim, saygı duyduğum ağabeyimizi defnedeceğiz. Lakin birkaç husus belirtmekte fayda var. Evvela mevtâyı mezarına götürürken içlerinden en yakınlarınız taşımaya başlasın. Kimse tabutu sırtlamak için birbirinin hakkına girmemelidir. Bu, merhuma saygısızlık olacağı gibi mümine de iyi gelmeyecektir. Tabutu omuzlayanınızın on adım atması makuldür. Defin sırasında oturmayınız, kadınlar kendilerini ruhen ve bedenen iyi bulmaz ise oturmalarında sakınca yoktur. Merhumu gömerken söyleyeceklerimi harfiyen yerine getirir iseniz inşallah kazasız belasız defni sağlayacağız. Allah yardımcımız olsun. ‘İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn.’ Biz Allah’ınız ve elbette O’na döneceğiz.”


Remzi Efendi'nin oğulları, payına düşen toprağı atarken vakur duruşlarını bozmamışlardı. Sırasıyla kırk iki, kırk sekiz ve elli yaşındaki oğulları attıkları topraktan sonra paçalarını ve ceketlerinin ucunu silkelemeyi de ihmal etmemişlerdi. En küçük oğlu iki üç kürek toprak attıktan sonra küreği Yasin Hoca'nın büyük oğlu İdris'e uzattı fakat İdris küreği yere bırakmasını söyledi. Bunun üzerine küreği yerden alan İdris toprak atmaya devam ederek sırasını kardeşi İlyas'a bıraktı. Remzi Efendi'nin oğulları ise Mezarın başına geçip kendi oğullarıyla birlikte defin işlemini izliyor ara sıra kendi aralarında fısıltılarla konuşuyorlardı. Merhum defnedildikten sonra mezarlıkta sadece Yasin Hoca'nın sesi duyuluyordu artık. Mülk, Vâkıa, İhlâs, Felak ve Nâs surelerini okuduktan sonra Fâtiha ve Bakara surelerinin ilk beş ayetini okuyarak devam etti. Toprak sulandı ve Remzi Efendi son yolculuğuna uğurlanarak onu tanıyan son kişi ölene dek dünyada ismen, ahrette ise ilelebet yaşama mertebesine erişti. 


Zaman, dünyada yaşayanlar için çok önemli bir meşgaleymiş gibi hızla akmış ve bu elim olayın üzerinden dokuz yıl geçmişti. İdris, ailesinin vasıtasıyla efendiliği ile bilinen Zehrayla evlenmiş ve evlendikleri günden beri ailesiyle yaşamaya devam etmişti. Memurluk sınavı da hayırla sonuçlanmış ve istediği gibi, babası gibi imam olmuştu. Nida Hanım'ın felçli olması sebebiyle İdris'in Diyanet İşleri'ne gönderdiği tayin talebi olumlu karşılanmış ve mahallenin diğer camiisindeki imamın da emekliye ayrılması sonucunda orada imamlık görevine başlamıştı. Böylelikle Zehra, kayınvalidesi iş tutamadığı için evlerine çekidüzen veriyordu. Evliliklerinin sekizinci yılında Zehra'nın illet kısırganlığı da iyileşmiş ve umutla bekledikleri çocuk haberini aldıklarında iyice mutlu olmuşlardı. İkisi de otuz yaşında henüz çocuk sahibi olacaklardı. 


İlyas askerden yeni gelmiş üniversite okuyamadığı için işsiz sayılırdı. Ara sıra mahalle camiisinin altındaki kahvehanede çaycılık yaparak kendi parasını kazanıyor, ailesine yük olmamaya çalışıyordu. Babası bu durumdan memnun olmasa da yapacak bir şeyi olmadığı için İlyas'a en azından bir zanaat öğrenmesi gerektiğini, yoksa çaycılık yapmakla bir yere gelinemeyeceğini sürekli dile getiriyordu. Ağabeyi İdris, birlikte ders çalışıp onu üniversite sınavına hazırlayabileceğini söylüyor, annesi Nida Hanım ise lise mezuniyetiyle de diyanette bir işe girebileceğini yeter ki memurluk sınavına gayretle çalışması gerektiğini söylüyordu. İlyas, ilahiyat okumayı yıllar önce reddetmiş ve din görevlisi olmak istemediğini zorla da olsa ailesine kabul ettirmişti. Üniversite sınavındaki başarısı ise onu iyi yerlere getirecek bir bölüme yetmediği için okumamayı tercih etmiş ve ara sıra çaycılık ara sıra ise farklı günlük işlerle vaktini geçirmişti. 


Ailesinin verdiği tavsiyeleri reddedip ona ne yapmak istediği sorulduğunda ise yıllardır aynı şeyi söylüyordu. İlyas, yanık sesini, söz yazma ve saz çalma kabiliyetini kullanarak şarkılar yapmak istediğini söylediğinde ise her seferinde tersleniyor ve işe yaramayacak meşgalelerle uğraşmaması gerektiği karşılığını alıyordu. Ancak İlyas, lise yıllarında biriktirdiği paralarla aldığı sazı o zamanlardan beri ustaca çalıyor ve evde gizlediği defterine ise yıllardır dokunaklı şiir ve şarkı sözleri yazıyordu. Hoş, kimse evde saz çalmasını tebrik etmiyor, hatta batıla hizmet ettiğini söyleyerek sürekli bastırıyordu.