Saçma günün öyküsü.

Yarın anlamlı bir gün olacak. Babamın öleceği gün. Bugün salı, saçma ve arada kalmış bir gün. Pazartesi atlatılmış, çarşamba bekleniyor. Üstelik sallanır boş gördükçe rivayete göre. Perşembe ise rahat uyanacağım gün, babam yaşamıyor, anlamın ve saçmanın önemi yok.

Bugün yine kalktım ve her zamanki gibi tavanla sohbet ettim. Ona yarının anlam ve öneminden bahsettim, bugünse çok saçma dedim. Önemsemiyordu söylediklerimi, onun için her gün aynıydı, günler değil, suratımın kırışıklarıydı artan. Neticede ben de yaşlanıp ölecektim. Yerimi yeni doğan alacaktı. Ve onu da seyredecekti tavan. O, yaş alıp büyürken konuşmayı sökecek; sonra dertlerini dökmeye çalışacaktı tavana. Tavanı sakince izleyecek, “Ne zaman öleceksin?’’ diye soracaktı belki. İşte tam da bu sebeple öldürüyordum babamı. Ben tavan değilim, öyle değil mi? Tavandan bir farkım olmalı, en az bir fark. O da bu olacak. Ne zaman öleceksin dememe gerek kalmayacak, onu kendi ellerimle öldüreceğim.

Sohbetimiz bittiğinde uzatabilecek kelime aradım, bulamadım. Sinirle baktım tavana:

—Konu üretmelisin.

Bugün zaten oldukça saçma bir gündü, öfkeme sahip çıkmalıydım. Toparlanıp yatak kıyafetlerimi gündelik kıyafetlerimle değiştirdim. Her zamankinden ağırdım, evet. Çoraplarımı oturarak giydim baba, beni beklemek zorundasın yarına kadar ve ben perşembe günü kimse için kalkmayacağım. Tuvalete girip işedim. Uyanman için alarm çalabilir. Evet, bu bozuk tuvalete inatla, itina ile saat başı… Gürültülü sifon safi eğlence. Seni homurdatan, benim hayattaki tek eğlencem. Hayır baba, tamirciler ölmüş, oğlun beceriksiz. Yine kalktın her zamanki gibi huysuz, söylenerek. Kapıma dayanıp çıkmamı söyledin. 47 saniye bekledim, kızgın bir boğa gibiydin kapıyı açtığımda. Islak pijamanı umursamadan mutfağa geçtin. Tüm saçmalığa rağmen eğleniyordum. İzini takip ederek seni buldum. Masaya oturmuş ekmek kemiriyordun. Gözlerini dikip baktın.

—Bugün son olacak baba, dedim.

Ve kararımı verdim. Yarın çok anlamlı bir gün olacak. Babamı asarak öldüreceğim. Tuvaletteki aynanın karşısında, gözleri cansız ve sarkmış bedenine dikili. Benekli elleri yanında, son kez öpebilirim onları ve çok isteyeceğin gibi yalayacağım. Harçlık istemeyeceğim söz, tüm malın benim. Bu kararla rahatlamış olarak balkona geçip bir sigara yaktım. Aç karnımı duman rahatlattı, bu sayede daha açık düşleyebildim sahneyi. Saçma olmasına karşın gün, ben giderek keyifleniyordum. Dışarıdaki hareketliliği izledim, okul çocuklarının şakalaşmalarına güldüm, genç ve çocuk kızlara arsızca baktım. Koşturan iş insanları pek ilgimi çekmese de sıkıcı hayatlarına tuhaf hikayeler uydurarak eğlenebildim. Perşembe günü ben de bu kalabalığın arasında olacaktım. Okula gidecek, gençlerin arasında kaynayacaktım. Ama önce temizlenmem gerekliydi. Saçlarım çok uzamıştı, sakallarım bakımsız ve yağlıydı. En az bir saat yıkanmalıydım. Sonra çıkıp saçlarımı keserdim ve daha sonra tıraş olmalıydım elbette. Yatak kıyafetlerimi takım elbisemle değiştirecektim. Evet baba, güneşli günlerde takım elbise giyilir. Çok yakışıklı görüneceğime şüphe yoktu. Tüm çocuklar, özellikle kızlar peşimden ayrılmayacaktı. Bir kolumun altına sarışın, diğerinin altına esmer bir kız alıp salınacaktım sokaklarda. Bir gören bir daha bakacaktı.

—Sonunda bırakmış.

Evet, böyle diyecekler baba. “Sonunda babasını bırakmış.” Kimseye söylemeyeceğim seni astığımı. Beni hayırlı evlat bilecekler, seni yaşıyor sanacaklar. Halini sorduklarında “Bilmiyorum, istediğini yapıyor.’’ diyeceğim.

Yarın ne kadar anlamlıysa bugün de o kadar saçma bir gün. Şimdi dışarı çıkmak zorundayım, beni bu halde son görüşleri. Gidip sana ip bulacağım. Kalın ve sağlam. Yarım işlerden ve yarım insanlardan nefret ederiz. Artık sadece ben edeceğim. Hızla evden çıkıp sokakları taradım. Tanıdık görmemenin rahatlığıyla okula sırtımı verdim ve kuytudaki boş binaya yürüdüm. Orada aradığımı bulacağıma emindim. Bina hala toz duman içindeydi, babamdan daha çok nefret ediyorum. Her katı sakince gezdim. Bulabildiğim tüm ipleri yanıma almıştım; kimisi ince, kimisiyse söküktü. Yine de tamir edilebileceğine inanıyordum. Evet baba, ben; seni öldürecek ipi tamir edebilirim. Binadan çıktıktan sonra bakkala yönelip iki dal sigara aldım. Bugün gece ve yarın sabah içmek için… Sen öldükten sonra sigara içmeme gerek kalmayacak.

Eve döndüğümde sessizdin. Mutfak masasında bıraktığım yerde mutfaktaki televizyondan haberleri izliyordun. Sen varlığımı fark edip bana dönene kadar haberleri dinlemek zorunda kaldım. Hastalıklar midemi bulandırmıştı, elimdeki ipleri inceledin, hiçbir şey sormadın, ben de çalışma odama yöneldim. Uzun bir gece oldu benim için. Söküklerle ilgilendim, ince ipleri birleştirip kalınlaştırdım. İşim bittiğinde gece sigaramı tüttürüyordum. Masanın başında uyuklamak üzere aklım ile senin sessizliğini dinledim bir müddet. Yetemeyeceğim korkusu esir aldı beni. Silkelendim ve perdeleri söktüm. İpleri uç uca ekledim ve perdenin arasına koyup güzelce dürdüm. Şimdi rahat bir nefes alabilirdim. Annemin çeyizi sorumluluğumu arttırmıştı. Kalkıp balkona geçtim ve son sigaramı yaktım. Bugün perşembeydi. Sen ölecektin. Anlamlı bir gün.

İçeri girip ışıkları söndürdüm. Gündelik kıyafetlerimi çıkardım ve yattım. Çok yorulmuştum bugün, hak etmiştim çıplak yatmayı. Derin ve rahat bir uyku uyudum. Uyandığımda vakit öğleye geliyordu. Bu kadar uyuyabilmiş olmama şaşırdım. Günün anlam ve öneminin heyecanıyla tavanı es geçip dolabıma koştum. Yatak kıyafetlerimi geçirdim üzerime. Çalışma odamdan perdeyi ve vasiyetimi aldım. Babam çoktan uyanmıştı, yanıma gelip perdeye baktı, gururla sırtımı sıvazlayıp:

—İyi iş çıkarmışsın evlat, dedi. Gel şimdi, güzelce karnını doyuralım, kahvaltı hazırladım.

Mutfağa yöneldi, başımı hiç kaldırmadım, adımlarını takip ettim. Sidikli donunu görmekten, mutfaktaki masada ekmek kemirmekten korkuyordum. Durduğunda irktim, yine de renk vermedim. Masada karşıma geçip oturdu, elini kaldırdı sanırım, sonra seslendi:

—Otursana.

Sözünü dinledim, tabureyi çekip oturdum. Perdeyi kucağıma yerleştirdim. Nihayet başımı kaldırabildim, donu masanın altında kalmıştı. Vasiyeti masanın üzerine bıraktım, “Nasılsa hallederiz.’’ diyerek eliyle “ye” anlamında önümdekileri gösterdi. İki küflü pide artığı ile dün aldığım somun ekmeğin sevmediği içini çıkarmıştı. Kendi önünde de ekmeğin kabuğu duruyordu. Hadi der gibi kafasını salladı ve ekmeğini kemirmeye başladı. Ona geçen hafta aldığım tost ekmeklerini ne yaptığını sordum. Cevaplamadı. Titredim. 

—İçini sevmiyorum. Kabuklarını neden hep sen yiyorsun?

“İç” demem onu sinirlendirdi yine. Kemirdiği ekmeği önüme fırlattı, dün oturduğu yere düştü ekmek, ağzındaki lokmaları yere tükürdü.

—Hadi ye oğlum, dedi. Karnını doyur.

Onu köpürtmek istemedim, bugün son günüydü. Önce hazırladığı ekmek içini, sonra küflü pideleri yedim. En sona masanın sidik bulaşmış yüzeyindeki ekmeğin kabuğunu bıraktım. Aç görünüyordu. Yemek istemediğine emin misin, diye sordum.

—Ben babayım sorun değil, diyerek elini salladı. Yavaşça, gözlerinin içine bakarak yedim. Her geviş getirişimde dudaklarını yaladı. Gözlerini ne ağzımdan ne ekmeğimden çekti. Ekmeğim bittiğinde günün anlam ve önemi hakkında konuşmak üzere ayağa kalktım. Taviz vermedi, zamanım az diyerek tuvalete gitti.

—Beş dakika içinde gel.

Kucağımdaki ipi sıkıca tutarak mutfaktan çıktım. Vasiyet anlamını yitirmişti artık. Babamın yanına gittim. Aynanın karşısına geçmiş, parmaklarıyla saçlarını tarıyor, tuhaf bir ıslık çalıyordu.

—İlk günkü gibi olacak desene, derken keyifli görünüyordu.

Huzurlu olmasından rahatsız oldum.

—Birazdan asılacaksın, daha usturuplu davran.

Omuz silkip küvetteki kullanılmış sarı suya yürüdü. Ne yapacağını merak ederek klozete oturdum. Yatak kıyafetlerinden kurtulup suya girdi. Kendini köpüklemesini, saçlarını yıkamasını izledim. Küvetin içinde böcekler ve karıncalar yüzüyordu, şimdi saçlarının arasında kuşlar vardı. Yanındaki dolaba uzanıp jilet çıkardı.

—İstersen gelebilirsin.

Sonunda aklına düşmüş olmama sevindim. Ama vaktim yoktu. Taviz veremezdim. Elimdeki perdeyi salladım. Bana hiç çevirmediği başını anlayışla salladı. Aynanın karşısına geçip saçlarımı taradım. Kırışmış ve ıslak ellerimi seyrettim bir süre. Islık çalmayı denedim, beceremedim. Huzursuzluğum arttı.

—Bugün salı mıydı?

—Boş ver, her gün saçmadır.