Bir Pazar sabaha karşı,
Bir şarkı söyledim defalarca sana,
Susturmak isterken düşünceleri,
Yandı yine gözlerim,
Pembeleştiler bir anda.
Çünkü sen,
Pembe bir burun ucu,
Pembe göz kapakları,
Ve kırmızıya çalan
Nemli göz bebeklerinden ibaretsin,
Çok içerilerde bir yerdesin.
Ama
Bu benimle ilgili.
Tuhaf… Neden hala burada olduğunu anlamlandıramıyorum. Fakat tuhaf tarafı da bu ya hani. Ama öyledir insan: dinamiktir, karmaşıktır… Betimlemelerimden hoşlanmışsın, senin tarafından takdir edilmek zordu halbuki yasal acılarımızdan önce. Ne çok yapardık eskiden bunu ve anladığım kadarıyla bir cevap hakkı doğurdun nur topu gibi. Yoksa anlamdan ziyade hissettiğim kadarıyla mı demem gerekiyordu? Karar veremem ben bilirsin. Ama dilersen bu sefer hissetmekte karar vermek istiyorum. Dağınıklığım için kusura bakma.
Eski bir yazar gibisin şimdilerde
Bir zamanlar çok sayıda eser veren,
Ama hiçbir eseri hatırlanmayan.
Ve bu insan hafızası için tuhaf bir durum.
Kayıp bir on yılsın,
Silik görüntülerden ibaretsin,
Bir zamanlar saklanmış,
Market fişleri gibisin; bembeyazsın.
Sadece tanışıklığın verdiği o güven ve
Bir yumak bağ var ortada.
En azından benim için.
Senin için düğüm olarak adlandırılıyor sanırım.
Sökmüşsün de şimdilerde,
Sökebilmiş misin ki?
Yazmak ikimiz için de ne kadar kolay değil mi?
Peki ya karanlık? O sessizlik?
Belki üzgünsündür,
Belki nasıl davranacağını bilememişsindir,
Bilmiyorsundur.
Pişmanlıklar desem elbette,
Kızgınlıklar desem had safhada.
Ayrıca kırgınlıklar…
Ben bilirim senin kalbinin güzelliğini,
İçten içe olan pişmanlığını.
İş içinden çıkılmaz bir durum almaya başlamıştı,
Daha önce karşılaşılmamış durumlar
Hangi tepkiler, hangi hatalar ama sadece yanlışlar.
Öyle ya,
Hangisi durup dururken,
Hem bana giydirmenin
Hem de güzellemelerinin sebebi olabilir?
Giydirmek biraz sönük kaldı.
Bu biraz,
Mamasını verip,
Burnundan getirmek gibi…
Ne heybetli sendeki şu ego,
Bu ne hırs ki
Her şey gözüme sokula sokula…
Bazı şarkılar da anlamını yitirdi seninle
Yerime de sevmişsin,
Sevemem diyordu halbuki,
Ve bunu sen söylemiştin zamanında,
Olması gerekeni.
Bak ne güzel sevmişsin, sevilmişsin
Ama ararken değil, kaçarken bulunmuşsun maalesef
Tıpkı kendin gibi.
Ve bunları gururla söyleyişini de ben seveyim
Tabii izin verirsen.
Hatta üzerine,
Sevgimin bir numarası olmadığını da söylemişsin.
Bir kuru sevgim varken üstelik.
Ama denedim,
Ben de denedim.
Sevmeye karar verilmez ama
Vermeyi denedim.
Sahne benimdi
Ve sahneyi çok iyi kullandığımı bilirsin.
Ancak karar vermek,
Bir eksiklikti, hissizlikti, bağsızlıktı…
Yüreğinden geçen acı çekmemi hissetmekse eğer,
Bunu bazı güzel satırlarını gölgelemeden yapmanı isterim.
Çünkü sen beni yendiğini düşünürken,
Aslında “bizi” yendiğinin farkında değilsin.
Biz yenilir miydik?
Ve ben bir şeylerin
Ne galibiyim ne de mağlubu.
Ben savaşının bir tarafı değilim.
Bunu neden bir savaşa çevirdin?
Kapıyı vurup gittiğinde,
Beni kazanmak için çabala demenden anladım,
Bir savaşın içinde olduğunu.
Bir ütopyamız vardı kimsenin giremediği. Gerçi ilk kapıyı ben aralamıştım. Haksız sayılmazsın şu hareketsiz bedenler ziyaretinde. Aslında benzer hikayeler yaşattık birbirimize. Ben babamı kaybetmiştim, tarafından yalnız bırakılmıştım ve ayrılığın eşiğindeydik çoğu sefer olduğu gibi. Sen kendini bulmaya çalışırken, türlü travmalarla cebelleşirken ve yine gitmeyi düşündüğün noktalardan birindeydin. Ben gidişine kızmadım hiçbir zaman, yine kızmazdım. Hep haklı sebeplerin vardı çünkü. Ama biliyor musun; bu seferkine ben de hak veriyorum. Temelleri travmalarına dayansa da sen haklıydın. İçtenlikle söylemek gerekirse: ben bir hayal kırıklığıyım. Hem kendim için, hem senin için, hem de belki herkes için. Bunu daha iyi anlıyorum şimdilerde. Aslında bu fırsat için bile sana teşekkür etmem gerekir. Seni bu süreçte ayakta tutacak gücü kendimde keşfedemedim. Her seferinde olduğu gibi gerçekten çabalamaya çalıştım. Her şey sıcağı sıcağınaydı sadece. Yıllarca kapı eşiklerinden döndüren de bendim. Ama bu sefer farklıydı. Aslına bakarsan sen de tam olarak ne istediğini bilmediğin bir karmaşanın içindeydin, sorgulamalar, aramalar başlamıştı. Sen her yaşında aramıştın, bıkmamıştın aramaktan. Ama şimdilerde yirmilerin sonlarına doğru, doğru bir çabanın başlangıcındaydın ve benim bebek adımlarımla sana yetişmem pek mümkün değildi.
Canım çok yandı
Ve ben yine kendime koşarken buldum kendimi.
Kendine yabancılaştığın bir zaman,
Kendine koştuğunu düşündün,
Yalnızlığından kaçarken,
Yalnızlığını yalnız bırakmaktan korktun.
Yaptıklarının sorumluluğunu almak istemedin,
İstemedim,
Üzerine düşünmedin,
Düşünmedim,
Kırmaktan korkmadın ve
Kaybetmeyi göze alarak
Tüm ihtimalleri kabul ettin
Şimdi yasından bahsediyorsun,
Yasını yaşayamamanın sebebini bile
Bende arıyorsun.
Yine bir travma aktarımı.
Kızma, bende de varlar,
O’nlara ait travmalar.
Beni cezalandırmak istedin,
Özür dileyemezdin,
Hiç duymamıştım oysaki
Bir kırgın sızı ve
Bebek adımlarının bile çok görülmesi
Çok yaktı canımı.
Ah senin şu başıboş duygularının koşturduğu çocukluğun,
Suçlu sorumsuzların,
Sorumsuzlarına çekişlerin.
Hatırla,
Babana kapılarını kapattığın hikayeyi.
Şimdi o hikayenin neresindesin?
Çocukluğunda ihtiyaçlarını karşılayacak kadar ilgiyi, sevgiyi alamadın. Belki talep etmedin, etmeyi bilmiyordun. Hatta onlarında, yirmilerinde bile bunun örneklerine sıkça rastlamıştık. İçinde dolduramadığın, anlamlandıramadığın bir boşluk; anlamsızlık vardı. Yalnızlığın etrafında bu kadar dolaşman, kopuk hissetmen de sırf bu yüzden. Ve şimdiki yaşamındaki tüm kızgınlıklarında pay sahibi oluşum, iletişimlerindeki (ilişki) aşırı ısrarcı ve doyumsuz oluşundan kaynaklanıyor. “Ben zorladım” deyişin, kulaklarımdan beynime giden yoldaki tabelalarda. Bunlarla beraber seni zamanında terk edip giden bir ebeveynin seni yalnız bırakması, cezalandırması ve güven duygusunu aşılayamaması, tıpkı bizim hikayemizde olduğu gibi bilinçaltında benimsediğin kimliği temsil etmekte. Mahrum bırakıldığın tüm alamadıklarının hırsını misliyle çıkarıyorsun şimdilerde. Aslında yanılıyorsun. Ben senin annen, sen benim babam olmuştun. Hatta bu kombinasyonu kendi özelimizde yapalım. Ben senin annen, sen kendi baban olmuştun; yerlerine geçmişiz bilmeden. Sen benim babam, bense sana anne olmuşum… Uzaklaşıp bu durumları irdelediğinde, ne demek istediğimi daha iyi anlayacağını biliyorum ve seni suçlamıyorum.
Aylarca bildiklerimi gizleyerek
Nasıl durdum değil mi?
Sahtekâr da oldum bu yüzden,
Kim bilir daha neler neler.
Ama bunu paylaşmamız gerekiyor,
Bu kelimenin yükünü tek başıma kaldıramam
Ne dersin?
Ve ben sadece,
Vazgeçmiş bir kadının
Nedenlerini görmek istedim.
Dedim ya,
Gidişine kızmadım ben,
Yüreğinin başka biriyle gülmek istemesine kızdım.
Basit hayallerinde olmayışıma kızdım.
Başka birine heyecan duymana,
Arkana bakmadan koşmana kızdım.
Her santimetre karesini bildiğim bedenini
Başkasının keşfetmesine kızdım.
Koca bir hikayeye,
Bir hoşça kal sığdıramamana kızdım,
Başka bir hayata vedasız geçebilmene,
Hayatını, hayatından atıp
Hala seni seviyorum demene kızdım.
Hepsi bireysel suçun olmamakla birlikte
Haklılığını bu şekilde kanıtlamak,
Ders vermek zorunda değildin.
Hastalıkta, sağlıkta
Ölüm bizi ayırana kadar diye yemin de etmiştik.
Ben emindim de kendimden,
Sadece kendisi yetmezmiş bazen
Sen hiç emin olmamışken,
Güvenmemişken,
Suskunluğuna kapılmış tamda burası
Halbuki ne çok konuşurdun,
Empati kraliçesi.
Tüm çabam temizdi biliyor musun?
Nisan çiçekleri bile tertemizdi.
Sadece çırpındım.
İkimiz de daha önce bilmediğimiz bir durumda
Çırpınarak battık o bataklığa.
Çok çamur sıçrattık birbirimize.
Çok zarar verdik.
Ve şimdi görmenin ne demek olduğunu,
Tam anlamıyla anladığımız yerdeyiz.
Karşılıklı iletişimsizliğin ve çabasızlığın sonucuyuz aslında. Connell ile Marianne gibi, Deniz ile Barış, Nora ile Hae Sung, Emily ile Luke, Nilüfer ile Cihan, Charlie ile Nicole, Damla ile Burak, Cindy ile Dean, Rosie ile Alex, Jonathan ile Mira, Jesse ile Celine, Lily ile Atlas, Connie ve Ed, Erin ile George gibi…
Hiçbir şey yapmayıp dursan bile bana güven veriyordun. Herkesin beklentileri, tanımları ne kadar farklı. Bunun toplumsal roller ve görevlerle alakası olmamasıyla birlikte benim için çok derinlerdeydi. Ben de senin için böyle bir pozisyonda olduğumu düşünüyordum. Çünkü hayat ne kadar gerçeklikten ibaret olsa da birine yaslanmak gerçeklikten öte bir durumdu.
Anladım ki hatalarımla,
Yetersizliğimle bazen,
Doyumsuzluğunla,
Çözümsüzlüğünle,
Bundan önce kaçtığın,
Arkanı döndüğün,
Yani her gidişinde,
Seni tekrar geri getirmek,
Aptallıkmış.
Böyle kodlanmış
Ve sen şimdi
Geri dönüş yolunu hiç bilmiyorsun
Gönül almayı
Özür dilemeyi
Kırgınlıkları iyileştirmeyi
Hiç öğrenemedin
Sadece benim nezdimde de değil
Olmasına da gerek yok
Aslında bugün sendeki egonun oluşmasına sebep
Biraz da benim
Denemedin bile
Belki de ben sana hiç kırılmadım
Kırılsam da bunu sana yansıtamadım
Talep etmedim
Tripler herkes için
Ama kırgınlıklardan bahsediyorum
Ben sana kırgınlıklarımı hiç hissettiremedim.
Ve beceremedik işte
Üzerine on yıl harcayıp beceremedik
Üstü kalsın da diyemedik
Çünkü bazı duygular,
Çocuk yaştan itibaren
Genetik olarak kodlarımıza hükmediyor.
Ve biz çocukken saldık köklerimizi.
Gerçek hayatı görmek istesem de
Tam anlamıyla göremedim
Gerçeğin ötesini ne kadar bilsen de
Onu tam anlamıyla görmek istemedin
Ben o genç oğlanı öldürdüm içimde
Kalıntıları vardı, kırıntıları vardı
Sen o genç kızı öldürdün içinde
Yeniden yaşatmak istedin.
Ve ben hiçbir zaman yapamazsın demedim.
Bununla alay etmedim.
Her betimlememin ardında
Sen yoksun.
Lütfen anla artık…
Her zaman dualarımdasın
Hatta dualarım da bile
Kendi pişmanlıklarımı hatırlıyorum
Kendime çok kızıyorum.
Evimizin yolunda seni yalnız bırakışımı hatırlıyorum
Kahroluyorum.
Bir kadın öldürülüyor günün birinde,
O zamanlar harekete geçmeyişime pişman oluyorum.
Seni düşünüyorum sonra
Peki ya şimdi diyorum,
Kim bilir şimdi ne kadar korkuyordur diyorum,
Ve yine kahroluyorum.
Aslında iddia ettiğinin aksine,
Sadece bir yere odaklanmadım ben
Korkma zamanın büyüsünden
Gerçek bir derinlik barındırıyor bu hikaye
Ve sen, ve sonrasında bensem kahramanları…
Canını yakar mı bilmiyorum ama, kırmızıların akmasına sebep olan kadını senin yerine koyduğumu anladım geçenlerde. Sürekli anlamaya çalışmaktan de yoruldum açıkçası. Bana lisedeki zamanlarımızı hatırlatıyordu. Çocuksu bir tavrı vardı, saf gibi gözükse de zekiydi. Hiçbir fiziksel özelliği seni hatırlatmasa da zamanı hatırlatıyordu bana. Belki bu kadar irdelemeseydim davranışlarını, kapılıp gidebilirdim. Ancak sadece zihin sarhoşluğundan öteye gitmezdi. Biraz haksızlıkta etmedim değil aslına bakarsan. Ama bu onun suçu değil, senin suçundu. Dedim ya onun yerine koymuşum seni. Gerçi onun da pek umurunda sayılmazdım. O yaşayamadığı çocukluk aşkını telafi ediyordu, ben ise seni yaşatmaya çalışıyordum. Kendimde bir kanıt arıyordum ya da kanıtlamaya çalıştıklarım vardı. Yine de her ne olursa olsun dönüp özür dileyebildim. Aslında iddia ettiğinin aksine hiç misafirim yok benim. Çünkü bir arayışım olmadı. Senin kadar yalnızlıktan korkmuyorum; sensizlikten korktuğum kadar. Ve kırmızıdan sonra çıktığım sahnede dekorları toplamam uzun sürmedi. Yine geçmişte kaşınacak bir yer bulmuştum; tıpkı senin gibi. Zorlamadım şansımı. Zaten karar verilmişlerle yola çıkmak pek huyum değildir bilirsin. Ama yine de güzel bir demo çalışmasıydı. Birkaç perdeden ibaret olsa da dolu doluya yakın, karşılıklı sorgulamalarla dolu bir oyundu. Ayrıca kıskanmana hiç gerek yok, daha iyileri hep senindi. Ama ben sormuyorum.
Ayrı evlerde
Ayrı yerlerde
Birçok şarkı dinlemişizdir
İçinde biz olan
Sezen severdin ya hani
Aynı Sezen şarkılarına da ağlamışızdır
Kim bilir.
Bazen olur ya
Kapılıp gidersin hayatın akışına
Eskisi gibi değildir etkiler
Keyifli gibidir yaşam
Sonra hiç beklenmedik bir söz yakar canını
Öyle de oldu.
Nedense pek bir içerledim o sözü,
Seni hatırladım,
Sadece sana üzüldüm,
Sadece sana akıttım yağmurlarımı.
“Yalnız kendi derdinle
Kendi halinde derinlerdesin”
…
İlişkiler bazen tatil gibidir. Tatilde hissetmekten ziyade o büyülü atmosfere kavuşacağın günü beklemenin verdiği hazdan bahsediyorum. Yıl boyu beklenen, görsellerine bakılan, hayaller kurulan, türlü yorumlar okunan bir tatil. Hani otele ilk girdiğinde bir heyecanlanırsın, keşfetmeye can atarsın. Sömüreceksin ya hani o açık büfeyi, gereksiz tabaklar yaratırsın; hiçbir şekilde doyuma ulaştırmayacak şekilde. Birkaç gün sonunda hevesin sonlanınca kalan günlerin nasıl geçeceğini düşünürsün. Çünkü artık büyü kaybolmuştur. Giderken, türlü molalarla birlikte bir çırpıda biten yol, dönerken ise mola vermediğin halde bitmek bilmez. Keşke şöyle olsaydı, keşke böyle olsaydı demeler düşmez dilden. Eskiden şuraya gitmiştim, daha güzeldiler başlar, keyif vermediler bitmez ve insanları tanımanın en iyi yöntemlerinden biridir tatil.
Bazen de bir sporcuyla taraftar arasındaki iletişim gibidir. Haberler yapılır, haberler okunur. Taraftar videolarını izler, sporcu takımı, şehri, taraftarı tanımaya çalışır. Havaalanına ineceği gün dört gözle beklenir. Karşılamalar, tezahüratlar, alkış kıyamet! İlk maçına çıkacağını günü sabırsızlıkla beklerler. Goller atılır, şarkılar söylenir, bağlar sıkı sıkıya kurulur. Gider de bir süre, bazen uzunca bir süre. Ama eski performansı yoktur artık, düşüş gözlemlenir, daha masaya oturulmadan mevkiine başka birini getirmek için çalışmalara başlanır ve bunun fitilini ateşleyen çoğu zaman taraftarlardır.
Ve bazen de zorlu bir yemeğin yapılış serüvenidir. Heyecanla ne yapacağına karar vermeler, malzemeleri edinmeler, görev paylaşımı yapmalar. Arada un da atıyorlar birbirlerine tarife dahil olmasa bile. Neyse, süreç güzel ilerler, yapılan yemek demlenir, servis edilir. Başta tatlı gelse de bir yerden sonra damakta ilk patlayan tadı vermeye başlar. Yarım bırakılır, doyuma ulaşılmış gibi yapılır. Keşke baharatını az koysaydık, biraz da şundan katabilirdik, ben bunu eskiden şurada yemiştim gibi ket cümleler kurulur...
Birbirimizin yabancısı olduk şimdilerde
Oysa ne kadar tanıyoruz birbirimizi bir bilsen
Tek keçilik bir patikada; kafa kafaya
Ve keçiler hiçbir zaman birbirlerini affedemezler
Ancak kendilerini affetmeleri gerekir,
Birbirlerini affedebilmeleri için.
Yoksa patikayı meşgul edip dururlar.
Diğer keçiler üstlerinden geçmek zorunda kalır.
Ezilirler, yorulurlar, ama tükenmekte bilmezler.
Keçidirler işte.
Bir hayal kırıklığıyım şimdilerde. Kendi kaybımın yasını tutarken buluyorum kendimi. Hani kendini ne zaman göreceksin dediğin yerdeyim. Sen demeden çok önce de oradaydım. Ben tam anlamıyla bir kayıbım veya ona çok yakınım. Güzel bir çocuktum ben, hayallerim vardı, beklentilerim vardı herkes gibi. Sıkışıp kalacakmışım oysaki. Bir yerlerde unutulacak, kimsenin umurunda yer edinemeyecekmişim. Ve benim annem vazgeçmek nedir bilmez, susar, kolay kolay tepki veremez, kendi değerini bilmez. Babam desen, babası tarafından ezilerek yetiştirilen, manipüle edilen ve hayatını hiç ederek yitip giden biri. Sevgilerini yeterince almama rağmen, güvenmek konusunda eksik kalmışım. Kolay değil 4 sene çıt bile yok. Benim babam kim diye ortalıkta gezinen bir velet; canım benim! Ve şimdilerde o 4 senenin eksikliğiyle yüzleşiyorum. Diyorum ya kızmıyorum her ikisine de. Kimi daha çok taklit ediyorum, neyi benimsedim ben diye bulmaya çalışıyorum. Hanı sana da dedim ya yukarılarda bir yerlerde. Gerçi, düşündükçe içinden çıkılamaz bir durum alıyor ama dizleri yaralanmış o çocuğa el uzatacak yine benim; kendimim. Sana sağlayamadığım güven ortamının sorumluları onlar demiyorum tabii ki. Suçu başkasına atmayı sevmiyorum. Keşkelere sığınacak tarafım da yok. Bazen olur böyle, dengeler sağlanamaz. Hiçbir zaman roller, normlar üzerinden hareket etmedim. Hep bir aykırılık, hep bir farklılık. Biraz düzene göz kırpmak gerekiyormuş. İyi bir takım olmanın büyüsüne kapılmışım meğerse. İkimiz de aksayan bölgelerden ataklar yiyorduk ama sen ataklara, ataklarla karşılık vererek defansa çekilirken, ben defanstan çıkamıyordum. Ara sıra defanstan güzel oyun kursam da takımın galibiyete koşması için bu yeterli olmuyordu. Ve ikimiz de bir oyun kurucu olduğumuzu iddia ediyorduk. Genelde bir oyun kurucu olur takımlarda. Fakat biz ne oyun kurabildik ne de ceza sahasına yaklaşabildik. İki oyun kuruculu yeni bir modeli takımımıza getiremedik. İyi bir takım kurabildik, bir takım olabildik ama başarıya ulaşamadık. Ben her şeyin farkındayım…
Kıçından, başından bir şekilde işte benimkisi. Dağınıklığım için özür dilemiştim. Velhasıl kelam desem bile ben kısa kesemem. 140 karaktere nasıl sığabiliyormuşum kim bilir. Her neyse ne diyecektim ben? Sana kızgın değilim, nefrette etmiyorum, tiksinmiyorum da… Anlamın demlenmesi güzel bir şey; anlamak iyileştiriyor insanı ve daha iyi hissettirecekse eğer, seni daha iyi anlıyorum şimdilerde. Güzel satırların için de teşekkür ederim. Arada laf sokmalar, göndermeler, yakınmalar gözümden kaçmadı. Çekmişsin çekmeyesice! Belki es geçtiklerim, belki haddimi aştıklarım vardır, belki üzerine daha söylemek istediklerim de vardır. Ama yalnız hissetme Nisan çiçeği, anlaşılmamış hiç hissetme. Ben de üşüyorum ve ben de özlüyorum o günleri. Hala bir parçan derinlerimde. Bir yerlerde hep varsın, bir yerlere ait olmayacak bir hikaye değildi çünkü bu. Yine sıcağınla ısınmak isterdim. E havalar soğuk, e tabi özellikle ayaklarım ısınmak isterdi ayaklarınla. Benim güzel ayakım, ayaklarım!
“Ve bu gözlüklerle başım dertte, hayat işte yuvarlanıp gidiyoruz; seni çok özledim” deyip Kayahan’a bağlamam yok mu? Ama o bir önceki yazıdaydı değil mi? Olsun, öylesine uzun bir hikâyeyi, tek bir cümleyle özetleyerek bitirmiş. Üstelik söylemek istediği şey bu kadar masumken, çıkamamış ağzından öylece. Yazık, aynı benim gibi, aynı senin gibi.
...
Ve Nisan çiçeği,
Eğer nefes alamadığın,
Üşüdüğün bir gecenin
Karanlığında bulursan kendini
ya da
Yalnız başına kahvaltının,
Tat vermeyeceğini düşündüğün
Bir Pazar sabahına uyanırsan,
Çay hep seni sıcak bekleyecek.