Geçtiğimiz günlerde okuduğum bir haber beni bu soru üzerine düşünmeye sevk etti: "Sanat sınırlara sığar mı?" Habere göre Fransız sanatçı Yves Klein'in Boşluk sergisinde sergilenen “boşluğun” satış faturası Paris'te bir müzayedede bir milyon euroya satılmış. 1958'de gerçekleştirilen sergi, beyaz boş bir odada bulunan beyaz boş bir kabinden ibaret ve ziyaretçiler sanat olarak bu boşluğu deneyimliyor, tüketiyor, satın alıyorlar. Yves Klein oldukça önemli bir sanatçı. Belki bazılarınız onu Monoton Senfoni'den de bilir. Bu senfoni de alışılmışın dışında, sadece bir notadan yazılmıştır.
Bu haberi okur okumaz aklıma gelen ilk şey, geçtiğimiz yıllarda büyük bir spekülasyon yaratan Duvara Bantlanmış Muz eseri oldu. Tıpkı Yves Klein gibi bu eserin sahibi Maurizio Cattelan'ın da modern sanatlar için oldukça önemli ve başarılı bir sanatçı olduğunu söylemem gerek. Cattelan bir hiper-realist sanatçı. Eserlerini rahatsız edici düzeyde gerçekliğe yakın ve ciddi alt metinler barındıracak şekilde tasarlıyor. Hem heykeltıraş hem ressam olan sanatçı ayrıca buluntu-hazır nesne eserler de üretiyor. Peki nedir bu duvara bantlanmış muz ya da boşluk? Sanat böyle bir şey mi? Sanatın belli sınırları, koşulları, kanunları yok mu ya da olmalı mı?
Aslında evet, sanat tam da böyle bir şey. Cattelan'ın duvara bantlanmış muz eserinin ismi "Comedian" ve üç örnekten oluşuyor. Art Basel Miami Beach'te sergilenen eserin iki örneği 125 bin dolara satıldı. Diğer örneğini ise -eminim çoğunuz görmüştür- bir performans sanatçısı olan David Datuna kendisini 'aç sanatçı' olarak tanıtıp yedi. Ne kadar ironik! Aslında burada satılan şey -eser-; muzun kendisi, üzerindeki bant ya da sanatçının ismi değil. Bu tür buluntu eserlerin özü genellikle reçetedir. Bu reçetede hangi muzun kullanılabileceği, bandın markası, modeli ve dokusu, hangi açılarda, nasıl bir duvara bantlanacağı, bandın hangi açıda muza yapıştırılacağına kadar belirlidir. Satın alan kişiler bunu sergilemek istediklerinde bütün tarife harfiyen uymak zorundadır. Yani asıl eser muz ve bant değil, bu reçete. “Sanat bu mudur?” sorusuna evet dedik ama sanat bunun neresinde, fikrinde!
Comedian'ın bir amacı var! Sanatın metalaştırılmış olmasına, sanatçının üretimlerine para gözüyle bakıyor olmasına, milyar dolarlar dönen bir endüstri olmasına karşı bir tepki... Cattelan bu eseri hakkında şöyle diyor: "Ben bu eserle birlikte sanatı metalaştıranlarla alay ettim." Yani Comedian'ı bir art-gerilla hareketi olarak gördüğünü söylüyor. Aslına bakarsanız kendisi de bu endüstriyel sanatın bir parçası haline gelmiş diyebiliriz. İsmi sanat dünyası için bir marka. Dolayısıyla sanatseverler, koleksiyoncular, eleştirmenler Cattelan ne üretirse onu tüketmeye hazır. Hatta kendisinin çok güçlü bir PR ekibi ve danışmanları da var. Dolayısıyla ürettiği eserleri pazarlamakta pek de zorlanmıyor. Bütün bunları göz önüne alınca bir art-gerilla hareketine imza attığına ve derin bir eleştiri getirdiğine inanmak biraz da sanat tüketenlerin kendi iç hesaplaşmalarına kalıyor.
Sanat camiası, eleştirmenler, üretenler, tüketenler, akademisyenler, sanat tarihçileri... Herkes son yıllarda yeni bir akımı, yeni bir sanat fikrini tartışıyor: Kavramsal sanat / fikir sanatı. İsminden de anlaşılacağı gibi bu yaklaşımda sanat, eserin fikrindedir. Post-modern dünyada artık nesnel bütünlük kaybolmuş durumda. Sanatın da tuvallere, mermerlere, dizilimlere, kurallara, kanunlara, sınırlara ihtiyacı yok. Zaten gelişim; sınırları zorlamakla, ezip geçmekle başlar. Doğruyu ya da yanlışı daha sonradan tayin edebiliriz ancak en hudutsuz olanın sanat olduğunu da unutmamak gerek. Sanatı belli sınırlara hapsedemeyiz. Eğer bu kurallara ve sınırlara uyuyor olsaydık hala Rönesans’a öykünen eserlere hapsolur kalırdık. Hatta dönemin otoritesinin Van Gogh gibi, Edward Munch gibi sanatçıları öğütüp yok etmesine de göz yummaya devam ederdik.
Burada kavramsal sanatın özünü biraz daha açmak gerekir. Göze ya da kalbe hitap etmek yerine akla hitap etmeyi amaçlayan bu yaklaşım İkinci Dünya Savaşı sonlarına kadar uzansa da literatürde isminin anılması, hatta isimlendirilmesi ve incelenmesi 1960'lı yıllara dayanıyor. Burada sanatçı fikrini, eleştirisini nasıl kurgulamaya karar verir; tamamen kendisine bağlı. Tuval de kullanabilir, nota da, mermer de, buluntu da... Buluntu; gündelik hayatımızın parçası olmuş nesneleri, hazır nesneleri kullanarak eser üretmek demektir. Kavramsal sanatta en çok kullanılan yöntemlerden birisidir doğal olarak. Fikri, kavramı sanata dönüştürmenin en etkileyici yollarından birisi olabilir belki de. İlk buluntu eser çok ünlü bir sanatçı olan Marcel Duchamp'a ait olan “Fauntain”, yani “Kaynak” ya da “Çeşme.” Eser; mermerin bir blok üzerine monte edilmiş, doksan derece sırtüstü yatırılmış bir pisuvardan oluşuyor. Duchamp, bu eseri kendisinin de jüri üyesi olduğu Amerikan Bağımsız Sanatçılar Derneğinin sergisinde sergilenmesi için R. Mutt takma ismiyle kendini gizleyerek üretiyor ve jüriye gönderiyor ancak eser sergilenmeye değer bulunmuyor. Tabii bugün hem ilk buluntu eser olmasından hem sanatçının isminden hem de ilk art-gerilla hareketi olmasından ötürü çokça değerli bir sanat eseri.
Sözün özü, sanatı ne kurallar belirler ne kanunlar ne akımlar ne de sınırlar… Sanat her daim kendi yolunu çizmiş, isyan etmiş, kendi yatağını bulmuş, akıp giden bir süreçtir. Kiliseye isyan etmiş ve Rönesans’ı doğurmuş, Rönesans; egemen fikir ve düşünce ve hatta otorite olduğunda modern sanatları yaratmış, modern sanatlar otoriterleştikçe ve halktan kopuş yaşadıkça, endüstrileştikçe kavramsal / fikirsel sanata evrilmiştir. Bugünlerde de henüz literatüre girmese de dijital sanatları deneyimliyoruz. Bunu bulunduğumuz platforma -Bubisanat'a- bakarak da anlayabilirsiniz. Şiirler, öyküler, romanlar, denemeler üretiyoruz kağıttan bağımsızlaşıp. Dijital sanatı da ressamların, heykeltıraşların ve elişi sanatçılarının üretimlerini ve müzisyenlerin eserlerini de tüketebiliyoruz mekandan bağımsızlaşıp. Post-modernitenin nesnel çöküntüsünü ayrıca bir yazıda tartışmaya açmak gerekir, o yüzden çok uzatmak istemiyorum bu konuyu ancak şunu da belirtmeli: Mekanlardan, nesnelerden, öznelerden bağımsızlaştığımız bir dünyada sanat da bundan nasibini alacaktı; buna uyumlanacaktı elbette. Yeter ki sanat fikrî özgürlüğünü, eleştirisini korusun.