Merhametsizce terk etmek sevgiliyi, sonra rüyada ayaklarına kapanmak. İşte gürültüden elimi ayağımı çekişimin nahoş özeti.


Mayın tarlasına dönmüş kanepenin üstünde on saatlik uyku. Uyku değil, iki cephenin ortasında kalmış bir küçük devletin çaresiz kıvranışları. Gözler açıldıktan sonra gerçekliği kavramak süresi nereden baksan on dakika. Sonunda yatakta uyanık geçen vakit en az bir saat. Her seferinde oyalanmak isteği. Terk edilmiş köylü kadınları gibi, sehpanın üstünde eğreti bekleşen kitaplar. Varış vakti belirsiz, cam kenarı bir yolculuk; uyku keyiften ıstıraba dönmüş ve gün boyu, delirmemek adına yapılacak iş öylece kafayı vurup dışarıyı, gözünün önünden geçip gidenleri seyretmek.


“Şimdinin içinde özgürdür insan.” diyor yazar. Ve ekliyor: “Telaş edecek bir şey yok.”

O halde sormak gerek Bay Yazar’a: Madem öyle, neden yaşamınız, ölümünüz, sakin bir kimseden çok sara nöbeti geçiren bir hastayı andırıyor?" Fakat korkarım bu sebepten beni topa tutarlar. Büyük insanların büyük lafları karşısında beklenen tutum bir sihir gösterisinin ortasında, sırf geri kalanların meraklı bakışlarına saygıdan susmak, yalancı, tutkulu sessizliğe katılmaktır.


Anlamsızlık denizinde boğulurken bir parça yosuna tutunmak ve bir anlığına da olsa kurtuluşa gönülden inanmak. Yaşamak içgüdü meselesi, son anda tüm kuvvetiyle dala tutunan maymunun gözlerinde parlayan kuvvetli bir ışık ve bizi koşar adım ölüme sürükleyen insan olmak çabası. Ölümün silahı doğumla birlikte dayanır şakağımıza, ne zaman patlayacağı belirsiz. Belirsizliğin kaygısı düşünen için, sonunda muhakkak hakim gelecektir yaşamak tutkusuna. Önceleri siner insan, sonra tetiği yoklar elleri.


Her insan yeni rastlaşmalar için bir tuğla taşır heybesinde. Yükselişte söz hakkı yok; elimden gelen kuvvetli temelinden sarsmak ve yıkmaktır bu binayı. Ancak o zaman kendime ulaşırım. Fakat kuklacı zevkle seyreder her isyanı. Karınca unutkandır; bir duvara yürürken ardındakini unutur. Döner durur da yine mutludur.


Tahammülsüz bir zabit yaşar içimde. Küçük mutluluk anlarında bile, hani olur ya, sıcak kahve boğazdan aşağı inerken, yahut ansızın çöp kutusunun arkasından beliren uyuz köpek her şeye rağmen mutludur ve bu mutluluğu bulaştırmak ister gibi gözlerinin içine bakar insanın, işte böyle bir anda zabit çıkıverir meydana, ıssızda iştahla yaladığı dondurma bir ceset gibi külahından kayıp düşmüş çocuğun durgunluğu oturur üstüme.


Kitaplarımdan da ayırmak istiyor beni. Akılsız zabit. Oyalanacak hiçbir şeyin kalmadığı an, yalnız nefesi bile oyalar insanı. Hem artık bir kere dövüşmüşüm İspanyol dağlarında, hem de hiç dilini bilmeden. Özgürlüğün en gerçeğini tatmışım yani, ölmüşüm o dağlarda. Sibirya’nın soğuk zindanlarında türlü haydutlarla yoldaşlık etmişim, aç biilaç. Sefilliği de tatmışım zenginliği de. Bir paltoyla ısıtmışım yüreğimi. Kötü kadınlara aşık olmuşum. Uzak hayallerde dahi reddetmişim şanı şöhreti. Yankılı duvarların arasında yalnızlığın hayalini kurmuşum.

Kurşun kalemden sınırların içinde, bağışlanmış kudretinin ihtişamına aldanmış, yalnız keyfim istediği için nefes alıp veren bir köle, ihtiyacım olduğunda başvurduğum taşra memuru, ben olmadan neye yarar çatık kaşların?

Varlığımdır seni yaşatan. Sırtındaki üniformayı yıllar boyu dikmişim. Ben tutuşturmuşum eline kırbacı. Her gece suratını yontmuşum. Cansız iskeletinde kendiliğimi inşa etmişim sabırla; karşıma alıp dövüşmek için. Her dövüşte yenilen olmak için. Kazanmanın aldatıcılığından sıyrılmak için; mağrurluğunu bir parça kemik gibi önüne atmışım.


Varlık, tutsaklık demektir. Muhakkak pek çoğu sancılar içinde itiraf etmiştir bu gerçeği. Ve muhakkak pek çoğu hiç hakkı olmadan dilinde gezdirmiş, kirletmiştir bu sözleri. Ne kötü insanlardır onlar. Mutlulukları yalnız kendilerinedir; uzanmak, biraz ucundan tatmak yasak edilmiştir bizlere. Fakat acılarımız kızıl inciden gerdanlar gibi sallanır durur boyunlarında.


Ölü kahramanlar, mazlum çocuklar, kirli dilenciler isterler. Seyrederler, sımsıkı avuçladıkları biletin karşılığını alana dek otururlar koltuklarında. Belki her şeyden önce bu insanların varlığıdır bizleri delirten. Sokak kedisinden esirgediğimiz tebessümün suçlusudur bunlar. Tahammülsüzlük surlarını ihtimamla inşa ederler çevremize.


Kapılar şafak vakti tekmelenmeli, raflardan bir bir toplanmalı cesetler. Beyaz önlüklü gardiyanların gölgesinde devrim düşleyen yoldaşlar bir bir kırmalı zincirleri. Hayır, biz değil, onlar bizden uzak durmalı artık. Kör beton yığın toprağa, yeşile, çimene, ormana dönüşmeli yeniden. Çıplak dağlarda sürgün yaban, dönmeli şehrine.

Cesedimize yakılmış türküler tebessüm olur o vakit, sarkar dudağımızdan. Başka türlüsü tatmin etmez bizi. Yarın hesabımız asla yarına hizmet etmez. Biz gelecek değil, geçmiş inşa ederiz. Tek tek, özenle seçilmiş acılar taşar heybemizden. Bir bir kara mezarlara inişimiz güneşin yakıcılığından. Ancak güzellik dileriz geride kalanlara.


Bir parça kötülük, bir parça keder cezbeder, ölüm patikasından çevirir yolumuzu.