Üzgün değil, buruşmuşum.

Sanki, ne bileyim, son olduğunu bildiğim bir öpücük için hiç tanımadığım sevgilimle gece yarısı tenhada buluşmuşum.

İnsanın kaldırma kuvveti suyun aksine bitebiliyor; oturup neler düşünür olmuşum. Tövbe ya Rabbi... Orada mısın? Tamam.


Her an kıyamet kopacak hissiyle sessizce oturmanın kıyametin kendisi olduğunu görmesi için her şeyi kaybetmesi ya da zaten hiçbir şeye sahip olmadığını nihayet anlayabilmesi gerekiyormuş insanın sanırım. Kimsesizlik duygusu ve bitişi, öngörülemeyen sessizlik daima bir çeşit farkındalığa gebedir zira.

Bazı hayatların mutlu anlarından ziyade, kıyametinin 10 ila 60 dakika süren devre araları olur hani, ondandır belki; güzel olduğu sürece her yalanınıza inanırım. Bilinçli aldanmanın getirdiği absürt huzura hayranım. Bu yüzden her kahkaha biraz sarkastik olabilir mi? Olabilir, en büyük düşmanı olduğum kadar da şahidiyim kendimin.

Neyse ki "neyse", neyse ki "olsun". Bazen bırakacaksın ki o baraj dolsun. Böylece görürsün; içinde don yıkadıkları üç kuruşluk, bulanık derenin suyu nelere kadir. Şimdi burada size bir kafiye daha patlatırdım Çingen darbukası misali ama huyum değildir, olursa da pek nadir.


Ne çekilmez insan olmuşum yahu, okurken daha iyi fark ediyorum yazdıklarımı. Çekseler de gitmezmişim zaten ama baksan; bugüne dek kim ittiyse götünün dibine çadır kurmuşum.

Bunların hepsi görmüş ama geçirememiş olmaktan. İzi kalacak kadar bile iyileşse öper başına koyarsın, öyle de bir şeyler ama kafan nasıl doluysa artık koyacak yer yok. İşte bu yüzden okuma derim, öğrenme, bir boku da bilme; artık kim dinliyorsa ona. Zira farkındalığın yeteri kadar ilerledikten sonra cehalete, mutluluğa dönen tüm yolları kapatmak gibi bir laneti vardır.

Farkındalık, sanıyorum ki biraz orospudur.