Uyarı: Tetikleyici unsurlar bulunabilir.



"Bırak onu," dedi bana Sara, onu dinlemedim, elimdeki kurbağayı daha da sıkı tuttum, kaygan derisini ve siğillerini avuç içimde hissediyordum, "Bırakmam," dedim Sara’ya, "Bırak yoksa eline bulaşır siğilleri," dedi. Ben de bırakmadım, varsın bulaşsındı, ne olacaktı; bıkmıştım her şeyden, Sara’dan bile bıkmıştım ama o henüz bunu bilmiyordu. Çok sinirliydim, kurbağayı elimle ezerek iç organlarını çıkarabilirdim ama bunun için gözlerine bakmamam lazımdı, her gözlerine baktığımda canım acıyordu. Çok değil az az acıyordu, ilk tuttuğumda hiç acımadı, öfkeliydim, Sara beni kızdırırsa kurbağa ölecek ama o bunu bilmiyor, nereden bilecek ki hem, kurtarmak istiyor onu ama kendisi öldürecek; eller benim olabilir ama Sara öldürecek onu. Ağlar mı acaba diye düşündüm, Sara pek ağlamazdı, kedisi öldüğünde ağlamamıştı, saçını çektiğimde de ağlamıyordu, garip bir kızdı Sara.


"Neden beni dinlemiyorsun, annemle babama söylerim yoksa," dedi. "Babama" dediğini duyunca daha da sıkmak istedim, neden bırakmıyordum, bu nehrin kenarında daha bir sürü kurbağa yakalayabilirdim, kötü olmam lazımdı, kötülüğümle babamın üstesinden gelebilirdim. O, kurbağa öldürmüyordu ama çok kötüydü, ben onun kötü olduğunu bilirdim, Sara da bilirdi ama başka kimse bilmezdi, herkes iyi sanırdı, örnek gösterirlerdi ama kötüydü.


Onun odasına girdiğim için kızmıştı, neden kızdığını biliyorum; diğer kadın içindi. Onunla ilgili bir şey bulurum diye korkmuştu, bir şeyler saklıyordu. Nefret ediyordum ikisinden de, diğer kadını bir kere babamla parkın birinde görmüştüm, arkadaşlarımla oyun oynuyorduk -sen bilmiyorsun Sara; bırakmam, onu bırakırsam babamı da bırakırım- o gün görmüştüm. Benden başka kimse görmemişti, ağaçların altındaki bankta oturmuşlardı, kadının boynu babamın omzundaydı, yerde sarı-kahverengi yapraklar vardı, sonbahardı. Saçları kızıldı, iğrenç bir kızıl, soğumuş kan gibiydi. Soğumuş kanı annem bileklerini kestiğinde görmüştüm, mutfakta yatıyordu, böyle siyah-kırmızı katılık, korkunç bir şeydi. Her şey çok kötüydü, ben de kötü olmalıydım. "Bırakmam dedim sana Sara, istediğine git söyle, umurumda değil."


Sara dokuz yaşına giriyordu aralık ayında, ben ise eylülde on üç oldum. Ona doğum gününde hediye olarak güzel bir defter almayı düşünüyordum, şu kilitli olanlardan, günlük yazmayı seviyor. Bir kere günlüğünü okumuştum Sara okuldayken, o gün ben hasta olduğum için gitmemiştim. Masanın üstünde unutmuştu. "Bugün Neriman’a silgimi verdim, o geri vermedi, unutmuştur belki, yarın verir belki, belki de vermez, vermezse bir şey olmaz, yenisini alırım ama bir daha isterse vermem." yazıyordu, daha altında ise "Not: Okula gitmeden önce silgi al." yazmıştı, öbür güne baktım, acaba Neriman silgiyi verdi mi diye merak etmiştim, bahsetmiyordu. Belki de unutmuştur. Bir daha okumamıştım.


Sara, seni o kadar çok seviyorum ki kardeşim, hiç üzülmeni istemiyorum. Üzülmemen için de bunu yapmak zorundayım, seni korumak için kötü olmam gerekiyor Sara, bu dünya çok kötü. Kurbağayı henüz bırakmamıştım, Sara susuyordu, endişeli bir şekilde bana bakıyordu. Topuğumun üstünde hızla dönüp kurbağayı ağacın gövdesine yapıştırdım, atış yapan bir beyzbol oyuncusu gibi hırsla fırlatmıştım, canım çok acıdı, sanki ağacın gövdesine kendim çarpmıştım, paramparça oldum, ağlamamak için kendimi tutuyordum, Sara çığlık attı, koştu kurbağanın yanına. Ben de eve döndüm, kurbağaya ne oldu bilmiyordum, Sara’nın beni ağlarken görmesini istemiyordum. Hepsi o kadın ve babam yüzündendi; kan kırmızı saçları, annemin donmuş kanı gibi…