Artık iyice köye yaklaşmıştık.

Derin derin uyuduğum ve dümdüz, üstünden henüz araba geçmemiş, insanların henüz altını üstüne getirmediği bir asfalt yolda hız sınırının üstünde bir geçiş gücüyle motosikletimi sürerken, önümde olan ve uyku buğusundan göremediğim yolun çakıllarla dolu bir yola dönüşüp beni motosikletten düşürdüğü anda uyandığımda anladım. Saate baktım, ikiyi beş geçiyordu. 10 dakika sonra çakıl yoldan çıkıp dümdüz seramiklerle kaplı otogara girdiğimizde kusmuş gibi rahatlamıştım.


Otobüsten inip otogardan çıktım ve eve doğru yürümeye başladım. İki tarafında üzüm bağlarının olduğunu bildiğim yolda giderken hiçbir şey göremiyordum. Bahçelere bakınca gecenin siyah perdesinden olduğunu sandığım bir görüntü geldi gözüme, bağlar yoktu. İnanamayarak gözlerimi kapadım, açtım... Köye doğru üzüm bağlarıyla dolu dokuz bahçeden hiçbirinde eskiden olan hiçbir şey aynı değildi.


Babam sağ iken son hasat zamanında üzüm bağlarından tam 82 öğrenciye burs yollamıştık. Ne zaman ki babam, kötü oldu ve para seviciler bu derneği ele aldı, her şey rayından çıktı. Babam ve Engin Abi ile en az burs yolladığımız yıl, 70 öğrenci olmuştu. Engin Abi bakardı bu işlere, babamı da kendisi yönlendirmiştir hep. Babam sağ iken son hasat zamanı önceydi, bağ hasadından dönerken Engin Abi'nin hızlıca atlarla köy dışına çıkarılıp ağaçların arasından dağa doğru 2 asker eşliğinde döve döve götürüldüğünü gördüm. Ne olduğunu anlamaya çalışarak koşa koşa köye girdim. Gördüğüm her insan bana acınası gözlerle ve sanki ağlayacakmış gibi bakıyordu, kimse konuşmuyordu. Babam ölmüştü. O para seviciler, sanki babamın ölümünü beklerlermiş gibi hemen köy dışına sürmüşlerdi Engin Abi'yi, derneği  yok etmek için. Engin Abi, köyün çocuklarına kitap okumayı sevdirmeyi görev edinmişti kendine ve derneğin evi olarak bize verdiği eve bir de kütüphane yaptırmıştı. Ankara'da matematik okuyordu, üçüncü sınıftayken siyasi görüşü yüzünden hocaları tarafından bezdirilmiş ve yaptığı küçük bir olay fırsat bilinip üniversiteden atılmıştı. O da köye geri dönüp babasından kalan bahçelerde çiftçilik yapıp geçinmeye başlamıştı. Bahçelerinden çıkan hasadın bir kısmıyla geçinip kalanıyla da kitaplar alır ve burslar için destek olurdu. Her hasat zamanı yeni kitaplar eklerdi kütüphaneye. Dernekevi köyün girişindeydi. Ama dumanlar tütüyordu yerinde, kitaplar küle dönmüş ve havada lastik kokusuna benzer kokular vardı...


Hemen annemin yanına eve koştum. Babamın acısı üstüne, Engin Abi'nin ve kütüphanenin de acısıyla daha çok yanmıştım. Daha soğumadan, 2 gün sonra beni de askere aldılar zaten. Acımı askerde dindirmeye çalışarak köyde ne olup bittiğini bilmeden ve annemden hiç haber alamadan 1 yılım geçti. Döndükten sonra o acıların daha büyüğünü yaşayacağımı bilemezdim. Eve doğru bitik adımlarla yürümeye devam ettim. Mavi demir kapıdan evin bahçesine geçtim, annem kuru bir dalın üstüne oturmuştu. Yanına gittim sarıldı bana. "Bağlar..." dedim, "Anne... Üzümler nerede?"


Ben askere gider gitmez üzüm bağlarını yakıp yerlerine apartmanlar yapmak için hazırlanmışlardı.


Babamın köyde kalan hatıralarından büyük kısmı yok olmuştu, içimde yeniden bir ateş yanmış ve kemiklerimi yakmıştı annem anlatınca. Çoğu öğrenci memlekete geri dönmüştü, okuyamıyordu artık. Bu derneği babam muhtar iken kurmuş, o zamanın hatırı sayılır zenginlerinden 9 bahçeyi üzüm bağları yetiştirip öğrencilere burs vermek amacıyla istemişti. Onlar da gerçekten gönüllerinden koparak babama vermişlerdi.


Tam 12 yıldır veriliyordu öğrencilere bu burs. Engin Abi, diğer köylerde maddi sıkıntıdan dolayı okuyamayan öğrencileri araştırıp onlara da burs verilmesini sağlardı, üzüm bağları çok hasat verdiği zamanlarda.


Anneme baktım, gözyaşları su gibi dökülüyordu masmavi gözlerinden. Hızlıca sildi ve içeri geçip babamla beraber yaptıkları şaraptan bir sürahi getirdi. Kendisine ve bana birer kase doldurarak kuru dala uzandı. Uzun bir süre sustuk annemle. Ve 12 yıl önce, ben henüz 10 yaşında iken yaptıkları üzüm bağlarının ilk hasadından olan şarabı, ilk hasadın coşkusuyla bağların arasında dolaştığım güne dönerek yudumladım.


"Oğlum," dedi annem, "Bu şarap tam 12 yıl önce ilk hasat zamanının üzümlerindendir. Bağlar, sen onların arasında geze geze, çalışa çalışa nasıl büyüdüysen aynı böyle büyüdüler bizim elimizde. Baban sağ iken son hasat zamanı topladığımız üzümlerin şarabı da bitince bu bağlar hiç öğrenci okutmamış, baban hiç iyilik yapmamış gibi boş olacak her şey..."