Berduş ve Osman Amca
Sabah erken kalkmıştım. Hava, aydınlanmak için gökyüzünden bir işaret bekliyordu sanki. Öylece duruyordum. Kahvaltı yapacak bir şeyim var mı diye buzdolabını açtım, ama kapağı kapatmam bir oldu. Evvelsi gün yaptığım makarnayı buzdolabına kapağını açık koymuşum. “Bu sabah da kahvaltı dışarıda,” diye düşündüm ve evden çıktım.
Sokağın köşesini döndüğümde Osman Amca'nın fırınına vardım. Demir kepengi kaldırıyordu. “Poğaçaların taze mi Osman Amca?” dedim. Bana dönüp, “Daha fırını yeni yaktım, oğlum. Bekle biraz. Ama bu saatte ne işin var? Sen genelde bu saatlerde bilmem kaçıncı rüyanı görürsün,” dedi.
“Bugün canım böyle istedi,” dedim.
“İyi bakalım. Ben elli senedir sabahın köründe kalkıyorum, keşke benim de canım istediğine göre hareket edebilseydi.”
Osman Amca’nın yüzüne baktım. Elli senelik yorgunluk vardı. Erken kalkan yol alırdı ama Osman Amca’nın dükkanı evinin altındaydı, gideceği yer yoktu. “Beni yaz işte,” dedi, “Başlık da belli: Fırıncı Osman.”
“Kimse Fırıncı Osman’ın öyküsünü okumaz. Sen çok düz adamsın.”
“Düz adam mı? Oldu olacak berduşları yaz, işinde gücünde olanları yazma!” dedi.
“Şaka yapıyorum Osman Amca. Seni yazacağım, başlığa da Poğaçayı Bir Türlü Yetiştiremeyen Fırıncı koyacağım,” dedim.
“Geç dalganı geç. Ben elli yıldır insanların karnını doyuruyorum. Senin gibiler ne bilir bunun değerini?”
Kahkaha attım. Tam o sırada fırının köşesinden biri belirdi: Berduş Hasan. Elinde şarap şişesi, üstünde kim bilir kaç senelik montu vardı. Osman Amca onu görünce bir kaşını kaldırdı. “Bak işte, bu adamı yaz!” dedi.
Berduş Hasan yanımıza geldi, gözlerini ovuşturdu. “Abi bir poğaça ver,” dedi Osman Amca’ya.
“Sabah sabah sarhoşsun yine. Poğaça mı kaldı sana?!”
Hasan hafifçe gülümsedi. “Sarhoş olmak bir sanat, Osman. Beni yazacaklar, senin değil benim ismim ünlü olacak,” dedi.
“Ulan! Bu adamı mı yazıyorsun yoksa? Sakın yazma, bu tiplerden hikâye çıkmaz,” dedi Osman Amca bana dönerek.
“Osman Amca, belki Hasan’ın da anlatacak güzel bir hikayesi vardır,” dedim.
Hasan elindeki şişeyi kaldırdı. “Bak dostum, bu şişe sıradan bir şişe değil. Bu, hayatımın her dönemine şahitlik eden bir dost. İçinde aşk da var, hüzün de, borçlar da…”
Osman Amca homurdandı. “Aşk mı? Senin şişede ancak sirke olur. Şunu bırak da bir işe gir, adam gibi ekmeğini kazan!”
Hasan, ciddiyetle Osman Amca’ya döndü: “Ekmek dedin ya, işte orası hassas nokta. Biliyor musun Osman, ben bir zamanlar senin gibi sabahları erkenden kalkar, fırına giderdim.”
“Ne? Sen fırıncı mıydın?” diye şaşkınlıkla sordum.
“Evet,” dedi Hasan, “ama sonra dedim ki, insan her gün aynı ekmeği pişirip satacak kadar basit bir varlık olmamalı. Şarap yapmaya başladım!”
Osman Amca kahkahayı bastı. “Ulan, ekmeği yakmayı beceremeyen adam şarap yapacak ha!”
Hasan sakinliğini korudu. “Osman, şarap olgunlaşır. Beklemeyi öğretir. Sen ise ekmeği fırından çıkarır çıkarmaz satıyorsun. Benim işim daha felsefi.”
“Felsefe ha! Sen felsefeyi anca şişenin dibinde bulursun!”
Hasan bana döndü. “Beni yaz dostum. Osman Amca’nın ekmeği varsa benim de şarap hikayem var. İnsanın içini ısıtır. Yazarsan başlık şu olsun: Ekmekten Şaraba: Bir Berduşun Yolculuğu.”
Osman Amca’nın suratı kızardı. “Sakın yazma, sonra bu adam havaya girer.”
“Osman Amca, bu hikayede sen de varsın. Başlık şöyle olabilir: Poğaça Pişmeyen Fırın ve Şarap Kokan Sabahlar.”
Osman Amca homurdandı. “Hadi, beni rahat bırakın. Hem Hasan, şişeni de al, ekmek falan yok sana!”
Hasan şişeyi kaldırıp bir yudum aldı, ardından bana dönerek gülümsedi: “Beni yaz dostum. Unutma, şarabın mayası ekmekten gelir.”
Osman Amca elindeki hamur bıçağını gösterdi. “Defolun gidin ikiniz de, sabah sabah benim dükkanı mizah sahnesine çevirdiniz!”
Gülerek uzaklaştık. Hasan yine şişesinden bir yudum aldı. Ben ise Osman Amca’yı düşünüyordum. Ekmekten şarap yapmayı başaran bir berduş ve sabahları hayat felsefesi sunan bir fırıncı… Düz insan diye bir şey gerçekten yoktu.