Sabah,

Her sabah cehennemin toprağı ile uyanırdı bütün şarkılar.

Nefesi alev kokan bir melek çökerdi üzerine,

Kırmızı tırnaklar hala boyun üzerine.

'Bilmiyorum' dedi sarıkahve, ve devam etti.

Uzunca sokağın yanan tek lambası altındaki şarkılarına.

Kimse duymadı sanır mükemmel bir rahatlıkla devam ederdi ölmeye,

tüm sözcükler.

Ve lambalar bir bir yanardı o sabah.

Sabahları hep böyle başlardı.


Balkondan biri laf atardı,

Ya çiçeklerini sular 

Ya da bulutlara dua ederdi,

Bir tutam yağmur için.


Tanrı bile duymadı sesini.

Suçluluktan sulardı o güzel nergisleri.

Sevdiğim çiçeği sorardı önceleri.

Şimdileri çiçek yüzü görmemiş balkonlarda oturur.

Sandalyesinde aksi ve aksine sallanıp durur.

Bir sevdiği varmış önceleri, Sarıkahve demişti.


Sonbaharları onun için en güzel elbisesini giyerdi. 

Köyde bayram sabahı el öpmeye giden çocuğun,

Elinden düşen bir iki demir paraydı sadece saçların.

Sarıkahve idi elbisesi, sarı eteği idi teni ise kahve.

Hayat çok yaprak döktürdü,

Fakat o hiç ilk baharda çiçek açmayı bilmedi.

Boyası sökük banka oturur,

Kendisini seyreder öylece.


Sarıkahve idi onun rengi.

Ayçiçeği gibi sarı toprak kadar kahve idi gözleri.

Bana sakın sormayın Sarıkahve'yi.

Bir gözümden sarı.

Bir gözümden kahve akardı geceleri.


Sarıkahve bu idi.