Beş yara, dedi. "Sevebildiğini ispatlaman için beş yara alman, kanatman ve izini taşıman gerekli." 

Yaratmayı Tanrı'ya özgü saydığınızı biliyordum, dedim. "Ama duyguları peygamberler gibi hissetmemiz gerektiğini düşündüğünüzü bilmiyordum." 

Ahlak dinle bağlantılı değildir, dedi. "Ahlak, duygularla bağlantılıdır. Öfkesi çok olan insanın küfrü, sevgisi çok olan insanın şiiri çok olur. Tanrı, peygamberlerle birlikte yeryüzüne dini değil, ahlakı öğretmeye çalıştı aslında. Bu yüzden her peygamberin hayatı onu zorlayacak olaylarla doludur."

Ve sanırım benimki de öyle olmalı, diye düşündüm. Çünkü herkesin öyle. Herkes ahlakını yaşadıklarıyla biçimlendiriyor.

Benim ağzımda, elimdeki bir şiire sığdırmaya çalıştığım küfürler var. İçimde bir matruşka bebek var. Beş katmanlı. Kimse altıncısının olduğunu bilmiyor o matruşka bebeğin. Belki de yedincisi var da ben bile bilmiyorum onu. Beş yara? Sayalım... Bir, bir buçuk, bir yetmiş beş, İKİİİİİ, üç, Üç buçuk... Bir dakika, onu iyileştirmiştim. Sonra... DÖRTTT! Beş? 

Siktir et. İlkokul çocuğu gibi yara izlerimi sayacak değilim. İsa'ya inanmayıp da onun yara izlerini sayan da ben değilim. Ben değilim inançsız. Ben önce kendisine, sonra yaratıcıya inananım. Ve sanırım bu da Tanrı'nın hoşuna gidiyor. Acıyan yerlerimi kendi kendime öpmeme izin veriyor. Rüyalarımda öpüşüyorum durmadan kendimle. Sonra uyanıp seni öpmek istiyorum. Seni öpüyorum. Saymıyorum yara izlerini. İnanıyorum sana. Sen benim sevgilimsin. İlk önce seni seven kendimi, sonra da seni seviyorum. Senin de bana inanmanı bekliyorum. Sayma yara izlerimi.