Şehir kursak seninle binbir gecenin içinde.


                                    

Şose boylarına yağsa ıssız trenler, beklesek seninle gecesi olmayan bu garda.

Yolcusu bir bir terk etse bu garı,

Bıraksa bize bavullar dolusu kayıp umutlarını da bu garda.

Yağmurun bıraktığı ıslaklık değil de dudakların bıraksa,

Seller taşısa bizi bu gara doğru dudaklarından, seller taşısa.


İki ray arasına sığdırsak hayatlarımızı,

Dilenciler sevsek hatta, onlar gibi sevsek tanrıyı.

Ve kimsesiz çocukları kurtarsak bu garda, bu garın çocukları olsa onlar da.

Aynı sen gibi, aynı ben gibi.

Ve yarı aydınlık gökyüzü bağrına bassa bizi.


Yeniden sirenler çalsa;

Biz kaçak binmeye teşebbüs etsek trenlere,

Kondüktörlerin düdüğü, geceyi sessizleştirmese ve şehrimiz bombalansa uzun uzun!

‘‘dağlara doğru uzansa’’ desen şu raylar.

Ve dağlara doğru uzansa...


Sığınaklar yapsa insanlar hayatta kalkmak için hala.

Umut dolu bavullar, savrulmasa şu raylara doğru.

Hala yaşam bizi sevebilse, ölüm de dargın olsa bize bir süre bu garda.

En azından kondüktörlerin düdüğü, son nefesini üfleyene kadar tren raylarına.

Hatta bir sonumuz bile olsa şose boyları!

Bir çocuğumuz olsa,

Ve hiç eksilmese başımızdan bulutlar, savaşı bile örtebilse.

Savaş bitse, insanlar çıkabilse bu sığınaklardan ve biz girsek oraya.

Bir çocuk doğursak el birliğiyle.

Ayın ışıltısında; ‘‘Ölmek pahasına yaşasak’’ desek! 

Biz, isyan bayraklarını açana kadar, bombaların ışıltısı sarmasa rayları. 

Raylar da bizim çıplak yüzümüzü gösterse birbirimize;

Geceye, kondüktörlere, garların soluk ışıltısına.

Kimi zaman dağlara,

Kimi zaman yarı aydınlık geceye doğru uzansa trenlerin bitap halleri.

Ama ölmesek yine de

Ölürsek de yarı aydınlık gecede;

Sığınaklara giren insanlara ölsek, ışık huzmesinde sevişenlere mesela.


Şose boylarında bir şehir yaratsak seninle, içinde çocukları olan.

Uzun uzun tapınsak bu şehre, kutsallığımızı yitirsek ve yeniden bulsak bu şehirde.

Bir defin sırası gibi tek tek gömülse tüm bedenler karşıki tepelere.

Karşıki tepeleri;

Eve dönüştürsek ve ölmeyecek çocuklar yetiştirsek içlerinde seninle.


Şose boylarında kaybetsek kendimizi

Dikenli tellerin boyundan geçen arabaların farları aydınlatsa bu yarım kalan geceyi.

Kondüktörler kovalasa beni sana doğru.

Seni, dağlar kovalasa bana doğru.


Yine savaş baltaları ışıldasa gecenin karanlığında.

Biz tekrar sığınaklara kaçsak.

Bu defa sirenler ‘‘biz yaşıyoruz’’ diye çalsa.

Sonra çocuklarımız uyansa, sirenler sussa ve tekrar ölsek birbirimize, sirenler tekrar sussa.


Şose boylarında binbir kez ölsek, binbir kez de kendimize doğsak işte.

Dikenli teller ayırmasa bizi, şehrimiz yeniden bombalanmasa.

Issız tren rayları, hayatlarımız olmasa.

Savaş artığı çocuklarımız doğmasa, hatta bilmeseler bizi.

Hatta biz bilmesek bizi, yaşasak şose boylarında, bir ölümlü gibi!