Sen, dünyanın en güzel şiiri.
Kaybolmuş bir sandık, bozulmaya yüz tutan baba saati.
Boynumu eğdiren duvar yazılarını çakmakla okurmuş gibi seviyorum seni.
Kimsesiz çocukların çocuk bayramında birbirlerine sarılıp; asla duyamayacağımız kelimeleri fısıldamaları gibi âdeta.
Ece Ayhan'ın tanıdığı; kalbini limanda bırakan gemici gibi hissediyorum bugün. Ya da kalbi çalınıp eski bir efsaneye saklanan şair gibi.
Biçâre bir aşık olmanın verdiği ağır yükü kaldıramayacağımı neden söylemedin bana? En azından bu merdivenlerden ağır ağır çıkamayacağımızı fısıldamalıydın kulaklarıma.
Ellerim papatyaların üstünde güneşe karşı gölge yapıyor. Sen sevmezsin güneşi. Bu yüzden her gün doğduğu andan battığı âna kadar bu papatyalarla geliyorum buraya. Su döküyorum parmaklarım şaşırmışçasına titrerken. Toprağına, evine.
Yine çok konuştum öyle değil mi? Bu seferlik affet beni. Bu seferlik sıkmasın canını cılız bedenim. Çünkü gidiyorum artık. Senin gibi ulaşılabilecek bir yere değil. Suyun, çiçeklerin, güneşin yetişemediği bir yere.
Kendine derin bak. Öyle derin bak ki ben bile bulamayayım seni.
Hoşça kal.