Senin yanındayken en savunmasız en korkak halimdeyim. Maskelerimi senin kapının eşiğinde çıkarıp sahte gülüşlerim olmadan giriyorum mahremine. Kollarını bir anne kuşun yavru kuşuna açtığı gibi açıyorsun; sarıyorsun, sarmalıyorsun, halimi hatırımı sorup derdime çare arıyorsun, beni severken sevdiğim insanı dilimden dinliyorsun. Hep varsın, kapıyı iki kez çalmama fırsat bile vermiyorsun. Gel dememe gerek dahi kalmıyor bazen nefes alış verişlerimden sana ihtiyacım olduğunu anlıyorsun; bazı bazı gözlerime baktığında ürküyorum, esasında en çok sana güvensem de gözlerimde hüznü görmenden, görüp de açık etmenden endişe ediyorum lakin sen böyle değilsin ki, sen zayıf noktalarımı bilir ona göre önlemler alırsın, düşmanıma düşman dostuma dost dersin. Fakat şimdi evinde, belki de rol yapmadan nefes aldığım tek yerde bir sonbahar havası var; kıyafetlerin bavullara sıkışmış, dolaplar bomboş, yatak örtünde toplanmış, mutfağında kahve fincanları yok, oturma odasının da halıları toplanmış, toplu bir yok oluş söz konusu zannımca. Yine ve yine bana çıkıyor kapı, git dememeliydim git desem de yanlış anlamalıydın, böyle apar topar kaçar gibi... Olmadı sanki, durumun vehameti kıyametim. Şimdi ardından gelsem, yetişsem bendine, kollarımı açıp beklesem, dönecek misin? Yoksa çoktan yetişemeyeceğim sonsuzluğa vardın mı?