Hani bazen, yolda yürürken gül kokar, iğde, hanımeli, yasemin kokar da bi koşu gidip sana bir dal çiçekle dönerim ya.


Hani bazen, tabağında yarım bıraktığın yemeği önüme çeker de devamını ben getiririm.


İşaret parmağımı kerata yapar da ayakkabını giyindiririm.


İşten gelip kanepeye uzandığında, küçümen ayaklarını elime alıp okşar da yorgunluğunu ellerime geçiririm ya.


Hani bazen, apansız eğilir de kekre saçlarını koklarım derince ve parmaklarımı tarak misali gezdiririm tellerinin arasında.


"Ulaş, çamaşır makinesini kurar mısın" dediğinde, kirlilerini seçerim ya çamaşırların içinden, bir hazin mutlulukla "bunlar senin giysilerin mi kuzu" diyerek içimden.


Kırlara vurduğumuzda kendimizi, ne vakit "yoruldum" desen, sırtıma alırım ya seni.


Ağladığında, başparmaklarımı göz pınarlarına koyar, banyo yaparken sen, o güzel gövdeni izleyip sırtını ovalarım ya.


Hani güzel bir öykü ya da şiir okuduğumda aklıma ilk sen gelirsin de dizlerinin önüne oturup, okurum ya sana onları.


Hasta olduğunda başucunda bekleyip, ellerimi gezdiririm ateş gibi alnında.


Hani yıllarca, -unutacak kadar ismini- sana hep ve sadece "kuzu" derim ya.


Biliyor musun, işte bunlarla ve dahası ve dahasıyla ben, konuşuyorum aslında seninle. Çünkü bu da bir konuşma biçimi. Yaşayarak, hayatın en küçük devinimi içinden bulup çıkartarak 'biz olmayı' ve üreterek bir küçük bakışın içinden sevgiyi, birbirinin soluğunu soluyarak da konuşabiliyor insanlar. Ben de işte böyle, bu küçük, hazin şeylerle konuşuyordum seninle ve hep aynı şeyi söylüyordum: Seni seviyorum!




2 Mayıs 2023

Gültepe