Bir tedirginliğin yüz karası olmasaydı sırtım,

Elimi nar gibi kırmızı güle uzatmasaydım.

Paramparça olup sökülerek götürüldüğümde vatanımdan anladım.

Bu hayatın önü arkası yok.

Yürüyen ben değilim, konuşan ben değilim.

Dilime sarılan kelimelerin topraktan geldiğini kime inandırabilirim?

Kıyıya vuran çakıltaşları kadar dingin olsaydı yaşamım.

İnsanlıktan çıkmasaydım,

Derdim bir dalgadan kaçmanın burukluğu olsaydı sadece.

Fosilleşmiş bir korkunun yüzü olmasaydım.

Ellerim gelişmeseydi bu kadar,

Ellerim bir insan derisini soyabilecek kadar keskinleşmeseydi.

Ellerim,

Senden mimiklerini çalabilecek kadar kıvraklaşmasaydı.

Kendimi bir ağacın gölgesine vurdukça anlasaydım anlamsızlığı,

Parçalanarak anlamasaydım böyle.

Bu siktiğimin hayatının sert bir camdan farkı yok.

Görebiliyorum,  oradasın işte.

Ama dokunamıyorum.

O kıvrak parmaklarımı kırıyor buzlu cam.

Uzaklaşıyor umudun ayak sesi.

Seni silebilmek isterdim bu süslü defterden,

Lakin o kadar bile yakın değiliz.


Küheylan içimde koşuyor mimi,

Bizden geriye yalnızca mesafeler kalıyor mimi.

Ellerime öğrettim kırabilmeyi, vurabilmeyi ve kesebilmeyi.

Seni unutmayı öğretemedim mimi.