Durakalmıştı Sahra’da, kafasında biten bir güneşle

Ve izliyordu ayın yükselişini büyük bir keşmekeşle.

Hemen yakıp tutuşturdu cebindeki bezi,

Böylece yaklaşamazdı ona çakalı ve akrebi.

Söküp aldı yerdeki kurumuş çalıları

Çünkü dokunacaktı ateşe yararı.

Büyük bir ateş yığınına dönüştü bez.

“Sonunda!” dedi “Rahatça uyuyabileceğim bu kez.”

Kıvrılıp uzandı üzerine döşeğin

Ve bir bir atlatıyordu koyunları tepesinde ateşin.

Hayallere dalmak için kapattı…

Aman Allah’ım o da ne?

Ateşin içinde dans ediyor kızıl bir Çingene.

“Alevlere hapsetti gözlerini Bedevi,

Çölde ne işler karıştırır böyle biri,

Hele de bu kadar uzaktayken evi.”

Dedi ateşin içinden dansın piri.


Devam etti.

“Neden aşındırdın bunca yolu yapayalnız,

Yoksa zaman mı bıraktı seni kararsız.

Biliyor musun, ben de yalnızım tıpkı senin gibi

Ve acımasız insanlıktır bunun tek sebebi.

Yaklaş bana da dertleşelim biraz,

Yoksa birbirimizin kalbi dışında her yer ayaz.”

Yavaşça doğruldu bedevi

Ve yürüdü kucaklamak için alevi.

Bu sırada gökyüzünde süzülüyordu bir ebabil kuşu,

Ağzında saklıyordu kendisine günlerce yetecek suyu.

Ama o anda vicdanına ilişti talihsiz Bedevi

Ve cenneti feda edip söndürdü alevi.


Tabii ki Allah’ın yazdığı kaderden mutlu olmadı âdemoğlu,

Hep daha iyisi için didinip durdu.

Bedevi de belalar okudu ebabile,

Yaptığı iyiliği gözleriyle görse bile.


Yakalamaya çalıştı havalanan dumanları

Ama yanan elleriydi tek karı

Son bir kez görmek istedi onu

Ve o anda anladı Çingene’nin bir cin olduğunu.


Olanlardan sonra ailesine döndü Bedevi,

Babası öldükten sonra yönetti o evi.

Ama bir daha hiç çıkmadı çöle,

Bir köşede huzurluca öldü öylece.