Odama geçip ışığı kapattım. Gözlerim mevcut duruma alışıncaya ve eşyaları az çok seçebilir hale gelinceye kadar karanlığın içeriyi doldurmasına izin verdim. Neyi görüp neyi göremediğim konusunda pek emin olmamakla birlikte neyin nerede olduğunu biliyorum. Bu da görmüş kadar olmama ve ona göre davranmama sebep oluyor. Dolap, masa, masanın üzerinde duran kitaplar, yatak... Sanki yüzyıllardır yerlerinden hiç kıpırdamamışlar ve ben onca zamanı onlarla birlikte onlara bakarak geçirmişim. Ezbere yaşamanın bir fiziksel örneklemesi diyebilir miyiz? Bence bu saatte canımız ne isterse diyebiliriz. Dünyanın yarısı uykudayken ve diğer yarısı merhaba demişken yeni güne, ben günün neresinde olduğumu unuttum. Şehrin ışıkları dalga dalga penceremin kıyılarına vuruyor. Bu optik illüzyonun kamburuna bir martı olup konmak istiyorum. Böyle anlarda gittikçe daha da kentleşiyor içimdeki yalnızlık... Sıkışık, gri, taştan...

  Gece, benim için bir çeşit körlük. Anılara çarpa çarpa yönümü bulmaya çalışıyorum. Oysa ne kadar karanlık olursa olsun, hiçbir şeye takılmadan bu evde dilediğim kadar yol alabilirim. Ama yaşanmışlıklarla başa çıkmak, salonun ortasına konulan sehpalardan ayak serçe parmağını korumaktan daha zor. Ben kendime en çok bu saatlerde yakalanıyorum. Gün içerisinde kaçmam gereken onlarca şeyin arasında göz ardı ettiğim benliğim, her köşe başında karşıma dikiliyor. Yaşadığımı bildiğim yıl kadar düşünce, bir yıldırım gibi beynime düşmeye başlıyor. Böyle anlarda her şey ayaklarıma dolanıyor, kendi içime devrilip camı çerçeveyi indiriyorum. Canımı çok yakıyorum. Sürekli tekrara düşen bu süreçten bir türlü kurtulamıyorum.

  Gözlerimi uzaklara çivileyip, düşüncelerimin ipini salmak zorunda oluşuma türlü kılıflar uydurmaya çalıştım. Olmadı. Kalkıp kendime sert bir kahve demledim. Benim için uzun soluklu gecelerin, bir tür ritüeliydi. Sonuçta daha konuşacak çok şey, kaçılacak çoklu evren formlarım ve tüm bunlar için gerekli enerjiye ihtiyacım vardı. İlk yudumu aldım; baktım yaralarımdan dökülüyor. Kendimi hemen topladım. Fırça, sarı bez, vileda... Aman dedim sonra, tüm bunlarla toparlasam dökülenleri, bardağa geri mi dolacak? Kendimi istemsiz bir şekilde zihnimin duvarlarına vurarak yürüdüm. 

  Başladığım yerde bitirmek için odama döndüm. Her gece olduğu gibi, yanlış yere saplanmış olduğunu kendisinden başka kimsenin bilmediği bir okun çaresizliğiyle kalakalmıştım. Bitirmek için geldiğim yerde her şey yeniden başlıyordu; benim bitirmek dediğime içimde biriken her şey başlamak diyordu. Uzaydan bakıp dünyanın yuvarlak olduğunu söyleyebilirsiniz. ancak dünyanın yuvarlak oluşunu mental olarak tecrübe etmek bambaşka bir durumdur. Başladığım noktaya geri döndüğümde çok uzun yollar kat ettiğimi sanıyordum. Çünkü, yorgunluğum dünya kadardı. Oysa fizik yer değiştirmemin sıfır olduğunu söylüyor. Diyorum yahu fizik dünya beşten büyüktür; olsun diyor, aynı zamanda yuvarlaktır da... Başım yeterince kalabalık olduğundan bu tartışmayı bir başka güne erteliyorum. Not alıyorum aklımda boş bulduğum bir yere, bu konu hakkında araştırma yapmalıyım.

  Pencere pervazında oturup kahvemle birlikte son sigaramı içtim. Derin bir nefes aldım. Toparlamaya çalıştım, başaramadım. Dağınık kalmasına razı olarak, acı bir tebessümle iyi geceler dedim. İyi bir gece olmadığını benden başka kimsenin bilmediğini biliyordum...