Üstümde bir yorgan: Üşüdüğümden değil, sarınmak istediğimden. Kışın nükseden bu isteğim bende anormal hiçbir şey uyandırmamıştı. Ama şimdi yaz ve benim üstümde ilkbaharın gelişiyle indirimden aldığım bir yorgan var. Bende hala bir anormallik yok ama insanların bana bakışlarında içimi huzursuzlukla kaplayan bir şey var. Sahi ben kendimi ne kadar normal görsem de sırf insanların beni öyle görmeyişinden dolayı tımarhaneye kapatılır mıyım?

Geçen akşam da yan komşum Aysel Teyze bana tatlı getirmişti. Güleç yüzünde acıma ifadesi belirmişti üstümdeki yorganla kapıyı açtığımda. İçinden “vah vah yavrum” dediğine de adım kadar eminimdim. Tatlıyı uzatıp “Benim torunum psikolog yavrum,” dedi olabildiği kadar kibar olarak. “Sana onun numarasını vereyim.” Sonra aceleyle açık bıraktığı kapısından girdi evine, aynı zamanda da sesini yükseltebildiği kadar yükseltip benimle konuşmaya çalışıyordu. “Dur bekle kapıda, numarasını yazıp getireceğim şimdi. Hem iyi gelir sana biriyle konuşmak. Lazım olursa ilaç da yazar sana.” Küçük ama hızlı adımlarla yanıma gelip not kağıdını elime tutuşturmuştu. “Ben, ona senin arayacağını haber veririm.” deyip gitmişti yine aynı adımlarla. Ne güzel kapısını da kapatmıştı, artık sesi de gelmiyordu…

Aysel Teyze’nin torunu yeni mezun oldu. Kesin ona para kazandırmak için beni kullanmaya çalışıyor böyle. Yoksa ne? Yoksa bu istek bir hastalık mı olmaya başlamıştı bende sahiden? Ya tımarhaneye kapatırlarsa beni! Korkuyla üstümdeki yorganı sıkıca tuttum. Sonra içimden bir ses -bu ses korkusuz, kendinden emin, otoriter bir sesti- “Bak,” dedi. “Korktuğundan sarınıyorsun yorgana.” İçimden gelen sesle dışımdan konuştum. “Hayır, sadece bir istek. Nedensiz, saçma sapan ve yakında sönecek bir istek.” dedim hiddetle ama o, ne benim hiddetimi ne de söylediklerimi kabul etti. “Bak,” diyerek başladı yine. “Sen hastasın ve ben seni saran bu hastalığın bulaşmadığı son kısmınım. Senin bilinçli kısmın. Şimdi ya benim dediklerimi yapıp iyileşirsin ya da Aysel Teyze’nin yeni mezun psikolog torunu seni tımarhaneye kapatır ve bu ilk başarısını zevkle kutlar.”

İçimdeki sesin dediklerine boyun eğdim. Hasta olduğumu artık kabul ettim. Bende bir anormallik vardı, insanların bakışlarında değil.

“Sen neden sarınmak istediğini biliyor musun?” dedi.

“Sadece bir istek.”

“Hayır.” dedi, şimdi o bana karşı çıkıyordu hiddetle. “Korkaksın, yalnızsın üstelik bir de sevgisiz kalmışsın.”

“Bunlardan dolayı mı yani bu isteğim?”

“Evet.” Sanki söyleyeceklerinden dolayı bana acıyormuş gibi incelmişti ses: “Zarar görmekten korktuğun için yorganı gardınmış gibi üstüne alıyorsun. Yalnızlığından ve sevgisizliğinden dolayı ne zaman yorgana sarınsan kendini sıcak bir gövdenin kucağındaymış gibi hissediyorsun. Bu yüzden hep daha çok yorgan örtüyorsun üstüne.” Haklı diye düşündüm söylediklerinde. Benim ulaşamadığım yerlerden bir ses gelip bana ulaşıyordu yardım etmek için, şanslı olduğumu bile düşündüm.

“Ee,” dedim. “Şimdi ne yapmamı istiyorsun?”

“Tüm yorganlarını yak.”

Ateşten korkardım. Işıklar gittiğinde bir kibrit bile çakamaz öylece karanlıkta otururdum.

“Atsam olmaz mı?” dedim bu yüzden. “Veya birilerine versem?”

“Hayır, seni tanıyorum. Sonra gidip ya çöpten almaya çalışacaksın ya da verdiğin insanlardan geri isteyeceksin. Yak.”

Ben de tüm yorganlarımı toplayıp küvetin içine yerleştirdim.

 “Çabuk ol,” dedi. “İstek yeniden bilincini köreltmeden.” Bu cümlesi bende ateşe duyduğum korkudan daha büyük bir korku uyandırdı. Ateşe olan korkumu unutmuşçasına çaktım kibriti ve attım küvetin içine.

Yavaşça büyüyen alevleri izlerken o sesin yine bana ulaşmasını bekledim ama çıtı çıkmıyordu. Beni yalnız bırakmıştı.

Korkmaya başlasam da yerimden kıpırdayamadım. Kaçamadım. Bağıramadım. Donup kalmıştım, donup kalmış…

Ona ulaşmaya çalıştım içimde, bilmediğim bir yerlerde “Beni yalnız bırakma,” diye bağırarak ona sesleniyordum.

Sonra o beni buldu: yorganlara sarınma isteğim.

“Yok,” dedim. “Yorganım yok.”

“Küvetin içinde henüz yanmamış bir tane vardır belki.” Bu cezbedici kısık sesin dediğine uyup küvete doğru ilerledim.

“Dur!” İçimde korku dolu bir başka ses yankılandı. “Alevler…”

Durup, küvetin içine artık tamamen yayılmış alevlere baktım. Korkuyordum.

“Ah, şimdi yorganına sarınabilseydin…” Korkumdan beslenen isteğim sesini yükseltmişti.

“Beni yalnız bırakma,” diye bağırdım tekrar ona seslenmek için. “Beni yalnız bırakma, diğerleri geldi…”

Artık tavana yükselmiş olan alevler beni terletiyordu. Çıkan dumandan rahat nefes alamıyordum. Zihnimdeki seslerin söyledikleri her şey, sonsuz bir döngüdeymişim hissi uyandırarak yankılanıyordu içimde.

“Korkaksın, yalnızsın ve sevgisiz kalmışsın.”

“Alevler…”

“Yorganına sarınabilseydin…”

Gözlerimi kapattım.

“Beni yalnız bıraktı en korktuğum anda. Bir seslenişiyle beni sevdiğini sandığım anda o sustu.” İşte asıl bu kırgın ses bana aitti ve kendime seslendiğimde diğerlerini susturmuştu. “Ama hayır suç bende, onda değil. O, bunu benim de fark etmem için sustu. Kendimi korkak yapan bendim. Kendimi yalnızlaştıran bendim. Kendimi sevgisiz bırakan bendim. Kendime seslenmediğimdendi bu seslerin içimde yükselişi.”

Gözlerimi açtım.

Alevlerle yüz yüzeydim. Öksürerek geri çekildim. Kapının pervazından destek alarak banyodan çıktım. “Hadi, hadi yapabilirsin...” Koridor boyunca kendime böyle diyerek kapıya ulaştım.

Aysel Teyze hem kapıya vuruyor hem de bağırıyordu: “Yavrum…”

Kapıyı açtığımda Aysel Teyze’nin ayaklarının dibine yığıldı bedenim. Endişeyle yüzümü avuçlarının arasına almıştı ve başparmağıyla yanağımı okşuyordu.

“Ne oldu yavrum, ne oldu?”

“Kendime seslendim.” diyebildim karanlığın içine çekilmeden önce.