İnsan sevmezse, görmezse, kıymet bilmezse yorar, kırar döker, her şeyi bozar.


Kendisine bahşedilmiş onca güzelliğe rağmen bitmek tükenmek bilmeyen arzularıyla ne çok yıprattı, ne çok yıprandı insan. Bulunduğu yeri daha da güzelleştirmek varken gidip gördüğü güzellikleri bile talan etti. Sevmeyi beceremedi en başta.

Zayıfın yanında olmak yerine karşısına geçip büyük bir hiddetle kabaran göğüsler; daha güçlünün karşısında bir böcek gibi ezilmeyi seçtiler.

Aslında “benim olsun“la başladı her şey. Görmezden gelişler, vurdumduymazlıklar, ayrıştırmalar takip etti peşi sıra... Eeeee, haliyle dünya bizden sıkıldı.

Belli ki doğa biraz kafasını dinlemek istiyor. Zira insanoğlu çok yordu onu. Verdiğini almayı, aldığını korumayı bilmedi bir türlü.

İstek ve arzularının peşinde koşarken durup göğe bakmayı unuttu insan. Mutsuzluğunu elleriyle kazdı tırnaklarını kanatırcasına.


Sıra O’nun. Sanki eş zamanlı tüm insanlardan hıncını çıkarıyor gibi... Şimdi düşünmek için ne kadar bolca zaman var... Yorduğunu, yorgunluğunu fark etme anıdır belki.

Görülmeyen, küçücük bir düşmandan saklanıyor insan.

Biraz da bir son bekler gibi... Belirsiz, kaygılı, korunaksız hissetmek... Nasıl kötü bir duygu! Siz ne dersiniz?


Toplumsal ayrıştırmalara dahil olan ya da olmayan her birey arasındaki sınıf farklılıklarının çizdiği sınırlar ortadan kalkmış görünüyor bu tedirgin bekleyişte.

Zengini, fakiri, siyasetçisi, aktristi, memuru, emeklisi, mahallenin manavı; hepsi aynı belirsizliği yaşıyor. Paranla satın alamıyor, yumruğunla kaldıramıyorsun bu illeti. Makamının getirisi yüksek, nüfusunun hiçbir önemi yok bu psikolojide.


Belki de şöyle bir durup göğe bakmak için doğru zamandır.

Nereye koştuğumuzu sorgulamanın, paylaşmanın, sevmenin, koruyup kollamanın ya da sığınmanın güzelliğini fark etmenin tam zamanıdır.


Oscar Wilde’ın şu sözü çok hoşuma gider:

“Hepimiz aynı bataklıkta yaşıyoruz ama bazılarımız yıldızlara bakıyor.”


Bence kafaları kaldırmanın tam zamanı...