Merhaba.

Alın yazımın mabedi, ruhumun ayazı.

Yazdığım her mektuba nasılsın diye başlardım satırlarıma. Kendimden önce hep seni düşünürdüm çünkü. Ama bu sefer sormuyorum o soruyu. Senin dilinden dökülüyormuş gibi kendime soruyorum o soruyu.


Nasılsın mavişim?


Pek iyi değilim bu aralar. Kalbimin teklemesinden sonra artık parmaklarımda tutmuyor ne sigarayı nede kalemi. Yokluğuna titrerken yüreğim kendime fazla yüklenmiş olmalıyım ki artık hastalık da kapımı çalmaya başladı yavaş yavaş.


Nasılsın diyorsun ya gözlerini kısarak, ben hiç iyi değilim. Bildiğin gibi de değilim. Hastane ve ev arasında mekik dokur haldeyim. Bir zamanlar sana kavuşma umuduyla sarılıp arşınladığım yollara bir adım dahi atamaz haldeyim. Bunları sesi kısık sesle yazıyorum duyma diye. Ağzım dolu dolu sen getirdin beni bu hale demek isterken, ayarını kısıyorum içimdeki çığlığımın.


Hani derdin ya hep sonbahar akşamlarında, üzerime bir şey almadan yalın ayak balkona çıktığım zamanlarda


"Mavişim sıkı giyin, üşüteceksin ayaklarını, hasta olacaksın yine ve yine huysuz bir kadın olup gözlerinin rengi solacak. Beni düşünceye boğma lütfen.” derdin. O zaman bile hastaydım da üzülme diye söyleyemez, susardım. Hep susmaktan oldu bunca dert ve keder. Nereden bilebilirdim ki susmanın beni yataklara düşüreceğini? Bilseydim yine aynı şeyi yapar mıydım? Yapardım tabii ki. Senin gözlerin benim mutluluk sebebimdi. Gözyaşıyla incitemezdim onları. Hep kendimi incittim verdiğim sessiz savaşlar sonrasında ölüden hiçbir farkım kalmadı. Ruhu çekilmiş bir ölü gibi bedenim. Bunu sadece kendim biliyor ve görüyorum. Derdim bende gizli.


Kitap da okumuyorum bu aralar. Şiir desen, yazma duygumu çoktan kaybettim. Duygularım mı köreliyor ne… Yok yok, ben aşka olan inancımı yitirdim, sözcükleri yaktım, yıktım, dağıttım. Kendi şiirimin katiliyim, itiraf ediyorum. Eyy gözlerine sürgünüm, sürüldüğüm, perişanlığım sadece sanaydı. Sen onu da bilmedin.


Gece 3 5 nöbetlerinde kahve yudumlarken şiirler mırıldanırdım bembeyaz kağıtlara, şimdilerde ise pişmanlık içip keşkeleri soluyorum tek tek. Seninle zehirleniyor gönlümün lehçesi.


Biliyorum, bir yerlerde aynayı kalbine tutup okuyorsun içimden geçen topal cümleleri. Belki de bundandır kağıda ve şiire küsmem.


İçimden gelmeyen tek bir kelimeyi dahi sana bağışlamadım hiç. Sana naletler yağdırdığım satırları hissedip okuyunca incinirsin, bilirim. Aşka dair bir şeyler yazsam bu durumda da kendimi incitirim, bunu da ben çok iyi bilirim. İliklerime kadar kanadığım gecelerde balkona çıkıp derin bir nefes aldıktan sonra avaz avaz küfürler savurduğum anlarda gözlerimin daldığı yerdesin ama bunları da duyma sen diye diye çok acı içtim ben. Şiirimin bileklerini kestim bunu da bilme sen.


Sırtı soğuk duvarlarda kışa çalınırken yüzüm, kendime bile gurbet olmuşluğum var. Sırf kirpik uçlarıma dokunan son damlasın diye ağlayamadığım çok zamanlarım var. Sırtımda koca bir tümrüsün sen. Nefes nefese kaldığım…


Anladın mı şimdi beni?

Neden sessizim bu aralar? Göğümü kaybettim ben. Maviliğim çoktan gri. Kuşlar desen çoktan terk etti beni. Ben yalınayak ve çıplak kalakaldım piç bir ayrılığın ardından. Avuçlarımda kalan son duamsın. O da Allah'a emanet....



Hoşça kal göğsümde devleşen kara delik

Hoşça bak zatına.

Hep iyi ol zamanın deminde.

Ben her zamanki gibi bakarım başımın çaresine..