İnişli çıkışlı bir gündü bugün. Sabah, bir kaydırağın en yüksek noktasındayken, akşam tepetaklak olmuş bir biçimde yerlerdeydi moralim. Buna daha ne kadar katlanacağım? Cevap: ömür boyu.


Ömür dediğin nedir ki? Kaç nefes kaldı acaba alacağımız? Geçen gün bir şarkıda duydum; hepimizi aynı kürekle gömmeyecekler mi diyordu. Hayatın geçiciliğini düşünmek beni her zaman rahatlatır. Bununla ilgili bir Mevlana sözü var; "her şeyi bu kadar dert etme ey gönül, zira ne bu dertler kalıcı ne de bu ömür."


Peki ya bunca geçiciliğe rağmen insanların ölümsüz olma çabasına ne demeli? Bir şeyler bırakmak, bir iz bırakmak istiyoruz dünyaya. Bana kalırsa insanlar bunun için çocuk yapıyorlar. Kendilerinden bir parça kalsın diye. Tabii içgüdüsel bir şey bu.


İnsanlar aslında ölümsüz olduklarını ne zaman fark edecekler acaba? Yani ölümsüz bir ruh taşıdıklarını. İnsan bedeninin yalnızca bir giysiden ibaret olduğunu. Dünyanın bir çeşit okul olduğunu.


Ruh, öz ya da tin yani insanın ölümsüz yanı Tanrıyla her daim bağlantılı. Çünkü O'nun bir parçası. Evrendeki canlı cansız her şeyde bir öz mevcut. Yani Tanrı her yerde. Başka türlü nasıl bize şah damarımızdan daha yakın olabilir? Tanrı evren olarak tezahür ediyor her an.


Ene'l-Hakk sözünü söyleyen kişi yani Hallâc-ı Mansûr bunu kast ediyor kanaatimce. "Ben Hakk'ım", "Hak'tan gayrı değilim" diyerek. Hiçbirimiz, hiçbir şey Hak'tan gayrı değil.


Bunu bilmek, hissetmek bir teslimiyet duygusu uyandırıyor insanda. Her zaman her şeyin en hayırlısı oluyor. İlahi bir plan var ve kaderlerimiz bunun bir parçası.


Neyse bugünlük bu kadar yeter. Biraz yıldızları seyrettikten sonra uyuma vakti gelir. İyi geceler günlük.