Önce konuşan, yürüyen ve nefes alan, yemek yiyip su içen, susan ve gülen herhangi biriydin benim için. Yani evet, insan ama daha çok bir bedenden ve o bedenin normallerinden oluşan bir insan... Sonra okulda yediği simitten dökülen susamları avucunda biriktirip “kuşlar da nasiplensin” diyerek pencere önüne koyan biri oldun. Sonra ders bitiminde öğrencileri ile öğretmenler odasının kapısına kadar sohbet eden biri olduğunu fark ettim. Ve her öğle arasında muhakkak elinde kitabı ile sessizce başını önüne eğmiş biri olduğunu, arada bir öğretmen arkadaşlarımızın okula getirdikleri küçük çocuklarını en candan seven kişinin sen olduğunu… İşte bunları fark ettim, yani sana açılan kapılarını…


Bir gün adım attım sana ve kitabına. Sonra dinlediğin müziklere, yürümekten keyif aldığın sokaklara ve nihayet evine… Bir akşam çay içerken bana babanı anlattın ve artık yaşamayan arkadaşlarını... Kardeşlerini, engelli dayını, mahallenizin dilencisini… Çocukken kaybolmuşsun da bir keresinde, nevresim takımı satan çingene kadınlar tutup getirmişler seni evine. On yaşındayken de Kadir İnanır’a aşık olmuşsun. İşte böyle yüzlerce kapıdan geçip teninin ardındaki sana varmaya başlamıştım.


Sonra ben anlattım sana on yaşlarındayken mahallenin çocukları olarak iki saat yürüyerek Atatürk Stadı’na gittiğimizi ve İngiltere’den sekiz gol yediğimizi. Ortaokul yıllarımda âşık olduğum kızın adını söylerken bile utandığımı ve aşkımı ispatlamak için sadece kapısının önünden geçebildiğimi… Bıyıklarım devletin belirlediği standartlara uymuyor diye hakkımda soruşturma açıldığını, evini ziyaret ettiğimiz bir öğrencimizin ağladığını… Dizimdeki yarayı, ölen işçi sevgilimi ve yazdığım ilk şiiri…


Birlikte yürümeye, yemek yemeye, müzik dinlemeye ve ortak hatıralar, ortak arkadaşlar, ortak sevinçler ve öfkeler üretmeye başladık... Sonra bakmaya başladık birbirimize. Her daim gördüğümüzden ve belki artık ezber ettiğimizden farklı ve öte ne görüyorduk birbirimizin yüzünde? Bakıyorduk işte. İnadına ve saatlerce birbirimizin yüzüne bakıyorduk… Şimdi tüm bu yaşadıklarımızı düşünüyorum işte. Ve anlıyorum ki sevmek, birbirinde birikmektir.


Herhangi birer insan olarak çıkmıştık yola; sonra konuşarak, düşünerek, gülerek, ağlayarak ve susarak, anlatarak ve anlayarak, duyarak ve davranarak, sonra bakarak, her dem bakarak kendimizi bir imbikten geçirip birbirimize dolmuştuk.


Sevmek öyle bir anda ve geçici bir hevesle başlamıyor ve öylece de yok olup gitmiyor. Sevgi, iki insanın arkadaşlığı, dostluğu, muhabbeti ile üretiliyor. O, aranıp bulunacak bir şey değil. O saklı değil, sır değil. Üretilince ve ürettikçe var olabilen bir şey. Ve herkes sevgisini kendisi üretse de bu, sevdiğinde birikiyor.


Sevmek, birbirinde birikmektir.



25 Nisan 2022 Pazartesi

Gültepe