Sevmek, görmenin bir alışkanlığıdır diyebiliriz sanırım. Burada alışkanlık kelimesini, basite indirgenmiş bir kelime olarak düşünmek, başta Dante olmak üzere milyonlarca kişiye haksızlık olacaktır. O halde sevgi ile görüntü arasında bir bağlam kurmak gerektiğini düşünüyoruz. Hemen akabinde şunu da çok iyi biliyoruz ki bunun karşısında duran kişiler, sevginin gözlere gerek duymayacağını, özlenen bedeni, özlenen kalbi düşüncelerinde, kapalı gözlerinin artlarında bulabileceklerini söyleceklerdir. Biz de onlara tam olarak bu durumu ifade etmek istiyoruz. Anılarda saklanan insanlara da, artık görülemeyecek kadar uzakta olanlara da, yaşamın soluğunu hissedemeyenlere karşı duyulan sevgi de tam olarak kişinin görmesinden doğan bir sevgidir. Kişi o an sevdiği bedeni, kalbi, bulamasa da metafizik bir boyutta gözleri onunla buluşacak ve sevdiği bedenin önünde eğilecektir. Hiç görmediğimiz birini sevmenin adını, sevgiye karşı duyulmak istenen kudretli bir inanç olarak adlandırabiliriz. Kör bir kadının çocuğunu sevmesi için veya hiç yan yana gelmemiş, birbirlerinin düşüncelerine aşık olan kişiler için de aynı inançtan bahsedebiliriz. Görmeden sevgi olmayacağını, görülmeyen fakat hissedilen sevginin, sevgiye karşı duyulan inançtan ileri geldiğini, bu durumlar dışında gelişen her sevme biçiminin de görmenin farklı biçimlerinden meydana geldiğini ileri sürdüğümüze göre, sevgiye dair olan incelememize devam edebiliriz. Sevginin başlangıcına dair habil ile kabilden bu yana binlerce düşünce ileri sürülmüştür ve herkesin bu konu hakkında bir düşüncesi veya bir hissi vardır. İncelemimizin en başında da dediğimiz gibi sevginin görmenin bir alışkanlığı olduğunu ileri sürmekteyiz. Sevilen bir bedene veya kalbe günlerce, haftalarca hatta yıllarca bakabilmenin sırrı da budur. Artık orada izlenen yüz bir başkasının değil tanıdığın, kendi içinde yaşattığın bir yüze dönüşmüştür.

Aile bağlarının arasında bulunan sevginin temelini de buna dayandırabiliriz. O halde durum kolay, sevmekten kaçınmak için görmemek yeterli diye basit bir düşünceye de kapılmamak gerekmektedir. Peki sevginin bittiği veya bitmeye doğru devinime geçtiği zaman dilimlerinde, yine bize sevgiyi kazandıran görme alışkanlığı ile nasıl başa çıkılacaktır? Bir zamanlar sevgi duyulan kişi görüldükçe, hangi duygular hissedilecektir? Bu durum sevgiyi tekrar alevlendirebilir mi? gibi soruları incelemek gerekmektedir. İnsanların bir çoğu -zayıf, güçsüz olanlar- görme duygusunun vermiş olduğu alışkanlığı, ilk başta koparamasa da, baktıkça hissedilen sevginin yerini nefrete bırakmaktadır. Bakılan, hissedilen derinliklerinde tanıdıkları yüzlerde daha önce gördükleri fakat buz dağlarının altlarına sürükledikleri kusurları görmeye başlarlar. Gerek fiziki gerekse karakteristik bir kusur olabilir bu durum. Sevenin nefret etmek için sığındığı birer limana, uydurmuş olduğu birer yalana dönüşür bu kusurlar. Bu durum Beatrice edilen bir küfürdür adeta. Bu insanlara karşı Dante'nin cehenneminde bir kat ayırması gerektiğini düşünmekteyiz. Daha az da olsa -güçlü olanlar- kimi insanlar ise gördükleri yüzü, eski zamanların vermiş olduğu alışkanlıkla incelemeye devam ederler. Bazen içsel duygulanmalara girse de tanıdıkları, yeri geldiğinde aile fertlerinin yüzü kadar tanıdık olan bu yüzü aslında tanımadıklarını itiraf etmek zorunda kalırlar kendilerine. Bu durumun, alışkanlığın birer esiri olduklarının ve bundan kopmak içinse alışkanlığı yaşamaya devam etmek zorunda kalmalarının farkına varırlar.

Daha önce de belirttiğimiz üzere özlenen bedene bakılmasa da soyut düzlemde gören göz, kişiye ulaşır ve sevgi tohumlarının filizlenmesine sebebiyet verir. Bu yüzden bu durumda alışkanlık devam ettirilmelidir. Bunu rahatlıkla söyleyebilmemizin sebebi şudur ki, alışkanlık ile sevgi ayrılmaz iki bütünü oluşturabilmektedir. Birinin varlığı diğerinin oluşmasına sebebiyet verdiği gibi eksikliği de duygunun veya alışkanlığın azalmasına, anlamını yavaş yavaş yitirmesine sebep olacaktır. Bu durumun çetrefilli ve uzun bir yol olduğunu hepimiz kabullenmekteyiz. Fakat nefret de dahil büyük duyguları hissettikten sonra bu duygulardan arınmaya çalışmak, gerek duygulara gerekse kişinin öz-benine olan saygısını yitirmemek için basit olmamalıdır. Bu duygular için çetrefilli, acılı bir yol tam olarak uygun düşendir.