Seninle ruhum örtüşmüyor, seninle hayallerim benzeşmiyor, şehirlerimizin sokakları bir değil. Üstelik, göğüslerimiz de değil bir. Aynı renkte değil, aynı dolulukta değil misal. Aynı tende zaten değil. Benim mahallem pek sıcak da değil hem. Annen gibi çorba yapmayı ve annen gibi seni sevmeyi pek beceremem. Anlamam ben öyle oyundur, sevimli oyuncaklardır, yeni aşklardır, yaldızlı kitaplardır. Sevmeyi bırak, yanından bile geçmem bana kurt kesilip el dediğine miyavlayan adamların.

Ama söz konusu sevmek olunca onu, yerini özleme bırakmaya ramak kala yeniden harlanan bir kinle ama senden daha esaslı bir duruşla yaşıyorum. Bu hallerim sana biraz abartı geliyor çünkü Leyla'sın sen; ama bir gün elbet, Mecnun olduğun zamanlar da düşer hatrına. Elbet bilirim hiçbir anne doğuramamıştır seni, seninki kadar güzel. Ben hep böyle yanan bir ateş gibi kızgın, ağlayan bir çocuk gibi dargın kalırım sanıyorsun, sanma. Gökyüzüne baktığında her an orada olacak bir yıldızım da sanma. Artık yapraklar bile bozdu tadını. Bak devam ediyor hayat ve hiçbir şey eskisi gibi kalmıyor.

Eğer gün olur da ufak bir mutsuzluk dahi hissedersen bil ki çok iyi ettin gitmekle. Neden mutsuz olduğunu fazla merak etme, bu acı öyle usul, öyle usul usul, yutulmuyor. Ölmekle bile, sen daha iyi bilirsin, her şey geçmiyor. Ne acı, iyi bir yalancıydım ben ama hayrı dokunmadı.

Bu çağın çocuğusun. Ben bin yıllık romantizm ve aptal kurallar, yetmişlerden ya da seksenlerden kalan bir anlayış; sen bu çağın çocuğusun. Duysan gülerdin ben bilirim, ben bilirim seni işte. İçimde bilmekten bir ateş kaynıyor sonra, ilk satıra başlarken düz yazı olmasın dedim ama haklıydı Didem Madak, bir şiire böyle başlanmıyor.