Nasıl da sığdırıldı bunca nefret, onca kitabın arasına

diye bir his dolanıp durdu odamın duvarlarında.

Çatlaklar arasından sızan geçmiş,

Nasıl da kirli gösteriyordu o küçük dünyamı.

 

Şu ışıltılı zaman, neden kulak asmadı söylemlerime?

Neden pılını pırtısını toplayıp gidemedi o insanlar,

Teokrasisi yalnızlık üstüne dizilmiş o imdat ülkesinden?

Neden bırakmadılar beni o özgürlük iskelesinden?

Gemi olacaktım, balık olacaktım, batmak olacaktım.

Adım kırıklara karışacaktı.

 

Sorular savrulurken kafatasımın fakir semtlerinde

Biri çalıp kaçıyor serotonin dolu kesemi.

Gel buraya küçük hırsız! Bırak, yaşayacağım şurada otuz yıl

Ne kadar dikersem kâr, o basmalı eteklere kelimeleri.

Zaten beni şair etti o güzeller!

Oysa ben daha bulamadım yazılacağım şiiri.

 

Sevda adına toplanılmış şu kalabalığı görüyor musun?

Bir yanda sinsice sokulan bedenlere, ihanet.

Bir yanda ölüm ile noktalanmış aşk cümleleri.

Araftakiler söndürdü tüm bu yazgıların ihtişamını

Ne yaşamayı becerebildiler ne de sevmeyi.

Bırak, uzak dursunlar benden artık!

 

Bahar kendisini minik minik gösteriyor işte.

Bir yalnız adam, bu mevsimlerde eğreti duruyor.

Bu mevsimlere açılan çiçekler

Her yılımda birer birer ziyan oluyor.

Gel, bul beni artık Adela.

Seni geçmişin isinden uzak, bugünün yalnızlığından muaf tuttum.

Yüzünü bile çizemediler gözlerimde

Varlığın yazdıklarımın bilinmezliğinde tanımlanıyor.

İsmini öğret bana Adela.

Bak, nasıl da yıprattılar beni...

Aşk dedikleri, sivri birer bıçak ellerinde.

Nasıl da doğradılar uçuruma tutunan parmaklarımı.

Düşmüyorum artık Adela.

Uyanıyorum, hatırlıyorum.

Şiirlerde beklenen bir hayalsin yalnızca.