O siktiğimin akşamında anneme yazdım ilk şiirimi daha burnumda sümük götümde bokla gezerken, yaşım 7. Yeni öğrenmişim okumayı yazmayı.


Kafiye ne göz, ne kulak için. Kafiye o gece sadece ufacık bir şehrin taşrasında annesine duyduğu sevgiden ve babasına duyduğu korkudan daha büyük hiçbir duyguyla henüz tanışmamış bir kız içindi.


Bana ilk yazdıran sevgiydi. Son oldu. İlk ve son itirafım bu da, bana yazdıranın ya sevgi ya sevgisizlik oluşu. Bir iki bira sonrasında ne yalan söyleyeyim çok da sevdim bu duruşu.

Yazmayı günahım kadar sevmedim hiç tanıdıkça soğuduğun içten pazarlıklı, özünden çürük bir insandan uzaklaşır gibi aşama aşama. Günahımdan fazla yazabilecek kadar bileğim de yok ama o konu başka, sizden çok yazdırmadım kendime. Ruhumun besini, gıda zehirlenmesi ve kursak katili kepazeler arasında hep aynı lekeyle gezdim.


Çocukluktan beri, daha bok kadarken diyorum, silinmeyen bir kuş boku lekesi gibi sağ omzumda taşıdım mürekkebi. Bicepsine zeval gelmesin ama niyetim biraz da ayıp etmek, koyduğum evladı, o koca omuzlarda iki damlasını taşıyamazdın ama içinde yüzdüm. Kapkara ve dolunaydan temiz karşındayım, elimden kolumdan damlayana dokunacak tenin bile yok.


Kokunu almıştım. Olduğun boku da sezmiştim. Kaybedeceğimi bildiğim savaşlara daha çirkin, daha hırslı girerim hep. Nasılsa yok oluş varsa işin sonunda giden ha senden, ha benden.

Başlarken istediğim yanına yatmaktı, susabilmek. Bana dedim yazdırmaz. İçine oturan dilinde ayaklanır böylelerinin, beni sustur. Beni bir kere, biriniz sustursun dedim.

Şimdi iki vesait, çok değil, git bak umurumun ta dibine, sikimin tepesinde miymiş artık vurduğum, fark etmiyor nerenden. Kafiye mafiye harbiden hikaye de bak bu, bu boynumun üstündeki gözü kulağı olan, dertten ötesini önüme getirmemiş yumru başka bir şey diyemiyor sana; betersin oğlum veremden.

Yok dedim. İstemem dedim sevginizi çünkü aynaya çok konuştum daha önce. Sizinle konuşuyorum sandınız da önümdeki hep bendim. Taş olan da, çiçek olan da, saçımı kırığına aldırmadan kulağımın arkasına şefkatle sıkıştıran da. Ben yaptım tüm bunları bu yüzden, sen değil. Ben izin verdiysem bendim sorumlusu, hikayemin sorunlusu. Üstünü çizdiğim satır da yırttığım kağıt da, o kağıdın geldiği amına da koyduğum ağacı da bendim.

Ne kadar muhtaç olduğumu biliyordum, dedim öldürmeyen yoksunluğuyla baş ederim bunun o yüzden. Etmek lazım. Tadı lazım değil, adını hatırlarsan kışın bir gün camdan bakarken, o zaman anlarsın neden gerekmediğini.


Canını kendin al ki daha elin meyve bıçağı tutamayan oğlunun göğsünde nişane olmasın ölümün. Damadı göm arka bahçeye, sevdiğin sevenin burada. Bu sadece senin düğünün.

Kırılmak ayıp değil, yeni öğretebildim bunu kendime. Ortak aramamayı derdime. Seni kendimden korudum da kendimi bırakmışım babamın darmadağın ettiği o küçücük camı kırık odaya, unutmuşum o pembe nevresimin üstünde ağlarken nasıl korktuğunu el kadar çocuğun. 30 cm bacaklarıyla hangi akla hizmet o kızı peşinizden koşturdum?

Aklı kesmez, benim kadar hakim değil soyut kavramlara. İyi de bir öğretmenimdir normalde ama ona açıklamaya yetmez aklım; bırakılan biz değildik, bırakan onlardı. Herkesin gidecek bir yeri vardı ve bu yer hiçbir zaman bizim kaldığımız yer değildi.


Annemin dizinden beri yattığım en güzel yer etmeyecektin omzunu, yediremedim.

Dokunma bana. Bana hiçbiriniz dokunmayacaksınız, bakmayacaksınız yüzüme. Gözümün içine değme sikerim o elini kolunu senin. Göremeyeyim hiçbirinizi uzakta kal. Tuzaksın. Peşinde sürünüp rende rende parçalanmayacağım kaldırımında. Suçun yok ama zararından şüphem de yok artık. Kurban edecek güzellik yok tek birinize.

Siktir ol dedim, tekrar. Uzak dur.


Adım gibi kulağıma üflenmiş ya hep, "akıllı kadındır, ayağı yere basar", hakkıyla deliremedim. Uçamadım, şu bir çift bacağı İbrahim Tatlıses'in telefonu fırlattığı şekil siktir edemedim. Kanadımdan oldum, gidemedim, meleğim diyemedim. Şeytanınız da olurdum ama kötüyü yuva bellemedim. Elime bıraktığınız kora avuçlarımı açarken geri basmadım, çekinmedim.

Bundan da hep azarladım o çocuğu. Kendi için koşmadı bilmediğinin peşinden ama heba olmaya nasıl açık yüreği, korkanın dedim çükü düşsün. Yaktığınızı söndürene hortum olup gireyim, hele basın şu kuyruğa bir cüretinizi göreyim. Düşmanımı saymam, at orta yere hepinizin içinden geçeyim. Kendi seçtiğim savaşta paşalar gibi dirilirim, her seferinde bir eksik.

Yanmak güzel metafordur, öyle sanırdım, aldığın ilaçlardan başının tepesindeki o yanma hissi "yanlışlıkla kendimi öldürüyor olabilir miyim" fikriyle gezerken üzerinde bir tık düşündürüyormuş.

Konu sen değilsin, değildin, hiç olmadınız ki. Ne konu olabildiniz, ne var, ne burada, ne ev, ne bark, ne parmaktan sonra dönen çark.

Bana bir sik çıkmayan sonsuz bir piyango gibiydiniz abicim. Toplar döndü durdu, aralarında yuvarlandım durdum. Başımı döndürenin sen olduğunu düşünüyorsan o yüzden, o arşa değen göt yanaklarına kızgın damgayı vururken elim titremez haberin olsun.

Hep katılaşmaktan korktum.

Sevgi bendeydi, hep vardı, hala var. Verecek yeri aradım sadece. Sevginin yükünden kurtulmaktı derdim. Ne verdiysem geri bıraktınız sırtıma sonra, bununla kaldım.

Ufacık çocuk beklerken eteğimde her nedense, değdiğine hayat veren ellerime sizi layık gördüm.

Onu kurtarmadan önce sizinle çıktım, bambaşka yollar yürüdüm. Biraz aklım olsa yolun kenarında kurumuş otları görürdüm.

Gözümü bağladım. Bunu da yeni öğreniyorum, utanmadan ağlandım. Güvenliydi belki ama içerisi karanlıktı, saklanmadım.

Dedim ya, korktum işte bu yüzden. Ceset kesilmekten, buz gibi. Verecek yer bulamadığım, yuvasını aramaktan heba olduğum sevgiyi kökünden kurutursun diye yarım uyudum yanında kendimi içip sıçıp bile isteye bayıltmadıkça.


Olmaz dedim, sabah oldu sonra.

Günaydın.


Şimdi kalkıp işe gideceksin, burada da işin kalmadı artık.


Tıbbi atık.