İlk defa bir tatilde ailemle kalmaya karar verdim. Kendime sorduğum yüzlerce soruyu nereye gidersem peşimde sürüklemektense, bu sefer sorularla olduğum yerde kalmayı deneyimlemek istedim. Zaman algımı yitirdim, demek ki çalışmasam da günler bu kaosun içerisinde yoğun duygularla geçecekmiş.

Derin sessizliğe gömüldüm son günlerde. Neredeyim hayatta veya nerede durmak istiyorum. Uzun uzun insanları, hayatı, kimi zaman kuşları kimi zamansa sessizliği dinliyorum. Hiç biri cevap olmasa dahi bana dinlemenin verdiği hazzı deneyimliyorum.

Kendimden kaçmaktan sıkıldım. Sürekli sıkışarak kendime yakalanmak, son yıllarda başıma en çok gelen şey olmuştu. Bende bu döngüyü değiştirmeye karar verdim. Kendime izin veriyorum. Yapmadığım hiç bir şey kızmıyorum, demek ki ihtiyacım yokmuş onu yapmaya diyorum. Üzüldüğüm zaman, demek ki bedenim böyle hissediyor diyorum, olduğum her halimi sevmeye çalışıyorum.

Aynalarla kavga ediyorum, lise dönemimde olduğu gibi. Nefret ederdim aynalardan, kendimi görmekten. Pandemide barışmıştım kendime, olduğum gibi kendime sarılmayı yeni yeni öğreniyordum. Verdiğim radikal karar, görüntümle arama dev bir duvar ördü. Her gün aynada gördüğüm kişi ben değilim, özüm değilim. Verdiğim savaşa bakıyorum, mücadeleme bakıyorum. Şaşırmıyorum artık ama çok üzülüyorum. Artık kalbim kaldırmıyor hayatın büyük dalgalarını. Sesli söylemiyorum hatta belki kimseye söylemiyorum ama saçlarımı çok özlüyorum. Babamı çok anıyorum, bütün duygularım babama ait. Her şey onun merkezinde dönüyor. Zaten babamda bütün hayatı boyunca bu anı beklemiş. Annemse mest oluyor, artık hayatımın merkezinde ailem var diye. Bense bulanık suda yüzüyor gibi hissediyorum.

Anlıyorum ki hayatta bazı şeyleri seçemiyoruz. Mesela seneler önce bir kapıdan çıktım, kendi kaderimi çizmek, kendimi gerçekleştirmek için. Her şeyimi geride bırakıp çıkıp gittiğim evim aradan geçen senelerin ardından yine dönüp bana yapıştı. Eğer bırakabilseydim bana takılan bazı etiketleri, bir daha takmamak üzere masanın üstüne koyardım.

Beynimin içinde bir ses, güzel kızım demiyor artık bana. Sürekli kavga halindeyiz. Hayatta nereye konumlandırmak istiyorsun kendini diye sorup duruyor. Oysa ki yaşımız genç, yolumuz uzun. Bir yanda ölümle dans ediyoruz, belki de yarın bile yok diye bağırıyor zihnimin duvarlarında. Kendime bir çizgi çizip orda yürümek istiyorum. Kara tahta zamanında kalma, ucu yarım bir tebeşirle çizilmiş misali çizgim, silinip silinip duruyor. Ben çizdikçe o kayboluyor. Çünkü her zemine o tebeşir uymuyor. Zaten bende çizgim kalıcı mı olsun bilmiyorum.

Sırtımı arkaya yaslayınca, geriye dönüp ne güzel yıllarmış demek için, hep neşemi yüksek tutmaya çalışıyorum. Zamansa su misali akıp gidiyor. Göz açıp kapayıncaya kadar doğum günüm yaklaşıyor. Yıllanıyoruz, şarap misali hayatın içinde. Geriye dönmeyi bırak, kafamı arkaya çevirip günler öncesini bile hatırlamıyorum.

Kavanoza sığmayan turşu misali, kapağın üzerinden hayat bastırıyor. Ama o kadar dolu ki içerisi... kapanmayacak o kapak biliyorum.

Büyük fırtınalar kalmıyor artık kalbimde. Ama yine de küçük kız bana bakıyor, peki ya hayallerimiz diye soruyor. Işığım mı sönüyor hayatta yoksa yolum mu değişiyor anlamıyorum. Zaten geldiğim yıllar içerisinde devamını hayal etmemiş. Hayal ettiklerimin de büyük çoğunluğunu gerçekleştirip, bazılarına meh bunu yapmasam da olur demişim.

Elimde toplum tarafından yazılmış bir liste var. Bir listeye bakıyorum, bir hayatıma bakıyorum. Hayatımın içinde uçuk arkadaşlarıma da bakıyorum, toplumun verdiği listeye uyanlara da. İki yöne çatallanıyor hayatım. Başıma ağrı giriyor, mahalle arasında en yüksek seste gezerken manav, hadi tamam abicim çık git sokaktan başım ağrıdı artık diyorsun ya, heh öyle bir ağrı işte.

Nereye gidiyor hayat? Ben sorarken aradan yıllar geçsin istemiyorum ama avuçlarımdan da minik minik kayıyor tuttuğum iplerim. Arkadaşlarım elimi tutuyor, her şeyi kontrol edemezsin diyorlar. Kontrol edemediğim her şey, benim dünyamda kaosa sebep oluyor....