İşte benzeyen her şey sana-

İçimi yakıyor!

Konuşamıyorum. 

Kilitleyip dudaklarımı,

Bağlayıp da çaresizliğin rıhtımına,

Bir kelime edemiyorum.

Bir kurşunla vurulaydım;

Sürükleneydim sokaklarda, 

Atalardı da bedenimi dağlardan,

Yarım kalan aşkınla bir başıma kalmayaydım.

Bu zamana kadar tutunduğumu sandım,

Oysa ki dayanıyormuşum.

Direnmek de denemez ,

Bağrımda kangren dişimi sıkıyormuşum...

Hangi ışıktı o tenine vuran;

Kimdi en son yürüdüğün,

O kaldırım taşlarının üzerinden geçen.

Saçının telini hangi rüzgar uyuşturuyor şimdi!

Karanlıklardayım.

Anılara sığınıyorum.

En azından yaşanmış hatıralarda okşar elim,

Irmaklar kıyısı çeneni.

Ve ben hâlâ bir zavallıyım orada.

Ne yakınsa yörene,

Mavi, sarı.

Etime batmada.

Bir buhran dumanı gibi dolmada içime.

Ne çağrıştırıyorsa seni bana,

Bir kahkül, bedenimi heyecanlandıran bir koku,

Acizliğimi göstermede insanlara.

Kaşımamam gereken bir yaramı,

Acı acı huylandırmada.

Kaç yıl geçti?

Kaç uzun yıl?

Kaç sabaha uyandım biliyor musun?

Boğazı izledim, Cebeci de talihime sövdüm.

Yine de kalbimi ikna edemedim.

Derdine düştüm, birikintilerine.

Göğüsümü geceleri sıkan,

Hayaletinin büyüleyici eli.

Haydi sür namluyu!

Sana benzeyen işte her şey,

Çiçek Pasajında bekliyor kadehe doldurulmayı,

Bir masada...