Sıska yola çıkmadan önce içine bir kıvılcım koydu.

Bu kıvılcım onun ismi mi; bilemedi.

 

 

I. 


Sıska

Bu çağrılmak Onu yordu

Yeni bir isim lazım Ona

Sanki Haliç’e hiç uzun uzun bakmamıştı da

Haliç kulağında uzun bir şarkı olmamıştı

Parfüm kokuları taşardı Haliç’ten

balık kokularını ten kokularına bağlayan

Ve işte nasıl Karaköy ile Eminönü’nü birbirine bağlıyorsa Galata Köprüsü

Öyle eski bir gelenekle bağlıydı

Köprü Haliç’e

Sıska yola

Ve hepsi birden birbirinin içine dökülürdü

Dökülmez gibi dökülürdü

Yaşamaz gibi gün doldururdu Sıska

Bu çağrılmak Onu çok ağlattı

Revani Yokuşu’nu tırmanırken kesik nefesi

Nabzının tekler sesi

Ve elleri Onun

Bir önceki yaktığı ateşte yanan kirpikleri

Ellerini sanki bileklerinde taşımıyor

Yanında sürüklüyor

İnce boynu; kırılmak kadar ince

Kendi gibi ince Sıska’nın

Kendine bir isim arıyor

Hiçbir şeye yetişmiyor

Gittiği hiçbir yer yok da

Neden yürüyor O böyle ha’ bire 

Adımlarında bir şey saçar gibi böyle

Uykularından kan ter içinde uyanıp

Nasıl boğulmuyor bu terde

Ya da boğulmak adına uyanıyor da sırılsıklam

Nasıl başlıyor her sabah yeniden

Son dalışında yuttuğu sulardan beridir

boğulmakla ilgileniyor denizden çok

Kendi yok oluşunu böyle tamamlıyor

İkircikli Sıska

Kendine bir yön bulamıyor

Kendi dalgalarında Sıska bata çıka

Kendinden bir kambur doğuruyor.



devam edecek...