Sisli havalara yakıştırdığım hüzün,
gittikçe silikleşen bir gökyüzü,
başka bir hikayenin içine dalmak için yanı başımızda duran kitaplar,
ağzına kadar dolu kül tablaları...
Sisli bir akşam vakti,
bilindik eşyalarla, ezberlenmiş evlerde
-ki evler güvenli sığınaklarımızdır-
anlaşılmaz bir duyguyu
anlamlandırma gayretindeyim.
Avaz avaz suskunluğum bundan belki de.
Biraz yenilgiye, biraz çaresizliğe
benzeyen bir duygunun ezikliğiyle bakıyorum
havadaki sise.
Akşam alacasının yarı aydınlığı
pencere pervazının iç titreten esintisi,
bütün arada kalmışlıkların yanı başında duruyorum.
Biraz mahcup, biraz tedirgin, çokça kaygılı gözlerle izlediğimiz
denizin anlamı farklılaşıyor
yalnız başına seyredince,
saçlarının kokusu değmiyor söz gelimi
dolu gözlerime,
ezberlediğimiz ufka
ezber bozmak için bakıyoruz.
Sisli bir akşam vaktinde
bulutlara çobanlık etmekten,
bulutların bir karabasan gibi çöktüğü caddelere,
çıkmaz sokaklara dalıyoruz.
Ne zaman bir çıkmaz sokağın sonuna varsam,
gülüşün gelir,
kalem birden elime ilişir
yazmaya koyulurum.
Bağışlanmanın ya da
ezber bozmanın adı değil miydi şiir?