Liseye ilk başladığım zamanlarda devamlı olarak aklıma düşen bir hayal vardı. Nerede olduğum hiç fark etmez; okulda, serviste, evde... Başka yere gittiğim de yoktu zaten. Küçük bir an. Bir filmden öylesine bir kesit gibi.

Bir orman var, pek de canlı renkleri olmayan bir orman. Hava serin ama üşüttüğünü söyleyemem. Kapalı ve gri. En sevdiğim havalar işte. Ormanın içindeyim, etrafı nedense siyah beyaza yakın canlandırıyorum zihnimde. Koşuyorum, üzerimde beyaz bir elbise var. O klasik uzun elbiselerle alakası yok ama, bayağı düz ve tişörtü andırıyor. Kirlenmiş, hasar görmüş bir elbise, belki yırtılmış biraz... Ormanın içine doğru koşuyorum, daha içine ve daha da, daha da... Yağmur atmaya başlıyor ufaktan, şiddetleniyor sonra. Rüzgârın uğuldamasıyla eş zamanlı olarak yere düşüyorum istemli, çamur bulaşıyor biraz üstünme başıma. Benim hayal dünyamı ele alınca biraz ilginç düşse de, bir de deniz var aşağıda. Çok yakın değil ama uzak asla değil. Kocaman... Alabildiğine su. Alabildiğine ağaç. Alabildiğine siyah. Alabildiğine gri. Alabildiğine deniz ve alabildiğine orman. Bir şeyden kaçmıyorum, bir yere varmaya çalışmıyorum. Yalnızca koşuyorum ve bir ağaca yaslanıp duruyorum en kenarda.

Dışarıdan bakıldığında kötü hisler uyandıran, derbeder bir karakteri anımsatan sahneler gibi görünebilir fakat bu benim o zamanlardaki huzur tanımımdı. Şu anda da öyle bir durumda kötü hissedeceğimi söyleyemem. Ne kadar ters değil mi oysa? Neden peki, neden mesela yağmurda, böyle bir havada, ormanın içinde rahatsızlık duyayım? Problem üstümün kirlenmesi mi? Baksanıza her şey ne kadar güzel. İlham verici, yaşamak dolu... Neden diğer insanlar bunu benim gibi huzura yormuyor? Nasıl oldu da bir ben çıkıp böyle bir anlam yükledim? Tuhaflığımdan ya da farklılığımdan falan değil hayır. Yani evet farklılığımdan ama bu ekstrem bir farklılık değil, herkes birbirinden farklı zaten. Belki biraz daha sıyrıldığım taraf diğerlerinin, kendi zihnimdeki tanımlamaları sınırlandırmalarına izin vermemiş olmamdı. Şimdi düşününce daha iyi anlıyorum; o yalnız kalmalarımı, kendime çekilișlerimi, insanları itișimi... Onların tanımları benden farklı ama genel anlamıyla aynıydı çünkü kendilerini sınırlandırıyorlardı. Oysaki özgürce düşünebilen birini fark ettiğimde pek ala da iletişim kurabiliyordum ama bu o zamanlarda çok nadir oluyordu, neredeyse hiç. Hani birilerine tuhaf, değişik falan derler ya hep? Aslında onlar hepimizin birbirimizden farklı olduğumuzun bilincine varıp kendi düşlerine başkalarının düşlerinin sınırlarını çizmeyen insanlardı genelde. İşte ben istiyorum ki herkes bunun farkına varsın.  

Mesela siyahı, karanlığı; acının, yasın tasviri olarak kullanmayı hep ters bulmușumdur, keza siyah beyaz bir fotoğrafı hüzünle bağdaştırmayı da aynı şekilde. Ben oraya baktığımda umutsuzluk görmüyorum çünkü, görülebilir de evet ama neden görenler istiyor diye daha metaforize etmemiş beyinler de şekillensin?

Ben oldum olası kabul etmedim bu şekle girme işini. Siyah beyaz bir fotoğrafa baktım ve tüm renkleri gördüm orada, hangisini istersem. İstediğim gibi hayal edebilme özgürlüğü tanıyor çünkü bana. Belki de o yüzden daha asil geliyordur hatta bize o siyah beyaz instagram profilleri. Şimdi çıkıp "Yoo, gelmiyor bana." diyebilirsiniz. Deyin işte, bu benim de istediğim. 

Ne sınırlamak ne de sınırlanmak istiyorum. Sınırlanılmaya karşı bir hareket başlatıyorum kendi 13 santimetrelik çapımda. Kendimi dinlemek, kendi yolumu bulmak istiyorum. Hep derler ya hani; kendi potansiyelinizi zorlayın, benliğinizin en üst sınırına ulaşmaya çalışın diye. Başkalarının çizdiği bir yoldan giderken bu ne kadar mümkün olabilir? Esinlenmek ve taklit etmek arasındaki fark gibi, eminim demek istediğimi anlıyorsunuz. Sınırlanmayalım. İyi düşler.