Ölüm soğukluğu teninde dalganıyor, rüzgara çarpıp havaya karışıyordu. Öfkeden kısılan koyu gözleri bir hedef tahtası arıyordu adeta. Keskin gözleri etrafı dolandı ve bir an beni hedef aldı. Kin dolu yüreği ilk bana düşmandı her zaman. Dimdik duruyordu. Sanki her darbeye hazırdı ve hiçbir şey onu yıkamazdı. Ama ruhunun kamburunu bir ben bir de o biliyordu. Zaman onu da yenmişti iste. Kıvırcık saçları rüzgardan dağılmış karmaşa üstüne karmaşa ekliyordu. İnce kaşları hep çatıktı, fotoğraflarda bile. Soğuk yüz ifadesi gülünce bile yumuşamıyor, samimiyetten ölesiye uzaktı. Aslında güzel bir kadındı ama zaman yüzüne izlerini bırakmıştı çoktan. Hepsi ayrı bir kederi taşıyor gibiydi ve ne kadar kabul etmese de beni hatırlatıyordu. Yıllar sonda dönüşeceğim silüete bakıyordum belki de. Bu kadar kin dolu olmak çok ağır bir yüktü belli ki çünkü benim de kalbimin bir tarafı kararmış, omuzlarıma taşımak istemeyeceğim yükler binmişti. Kinden, nefretten öfkeden uzak bir yerlere götürmek istedim onu uzun ellerinden tutup. Sonra düşündüm bir yer bulamadım çünkü kalbi de hep bizimle olacaktı. İnsan kalbinden kaçamazdi. Beni hedefleyen gözleri birden odağını değiştirip yukarı baktı. Ağzının içinde bir şeyler geveledi ama duymadım. O sadece bizim duymamızı istediği şeyleri sesli söylerdi. Onun dışında kapı duvar olur, duyulmazdı. Bu güzel kadına kin hiç yakışmamıştı. Bu kadına buram buram bergamot kokusuydu yakışan. Ama onu da zaman götürmüş ardında soğuğun kokusunu bırakmıştı.