Soğuktun. Verdiğin acının dayanılmaz kuvvetine karşı koyabilmek adına yıkıldım olduğum yere. Ağzından çıkan hiçbir enkazı eksik etmedim üzerimden. Ne söylediysen altında kaldım. Ne söylediysen zaten deprem.


Soğuktun. Ağdalı ve bocalanmış birkaç kelime tüketebildim zihnimin bulanıklığından sıyrılıp. Cümle olmaya aday ama devrik olmaktan kurtulamamış. Anlamadın.


Soğuktun. Ama bastığın taş zemin, ezdiğin asfalt ve arkadaşça toka ettiğin avuç içim münhemdi.


Soğuktun ve ben konuşmanın menedildiği bir yerdeymişçesine bağırdım "neden" diye. Saçların sırtına dökülüyordu, sesim bir demir yığın gibi içime. Nedensellik mi önemliydi seçim mi? Yoksa bir rastgelelikten mi ibaretti istiflediğimiz tüm anılar? 


Soğuktun ve ne kadar sustuysan o kadar çatırdadı kemiklerim, ezilen bir yığın ölü yaprak gibi.


Soğuktun. İğne deliğinden geçecek kadar inceydi boynum önünde, kırdın. Kızmadım ama kırıldım...


Soğuktun. Tanrıʼyı reddedip teslim olmuştum sana oysaki. İnançlarımdan sıyrılıp gelmiştim. İstismar edilmiş bir çocuk gibi mahcup, utangaç... Her istisnaya bir kavram uydurulan yerlerden, sonuca kulp bulma zorunluluğunu görev edinmiş kendine insan diyen et yığınlarının arasından, çantamda kütüphane dolusu kitaplarla gelmiştim sana... 


Ve soğuksun hâlâ kaldırımda uzanan bir ceset gibi... Dokunamıyorken sana, dokunduğumdan daha fazla...