Anılarımın arasına sıkıştırılmış birkaç kuru yemişi avucumun içine alıp başımı cama yasladım. Gökyüzünden gelen vagon sesleri eşliğinde burnuma kaçan sulardan kurtulmaya çalışıyordum. Nefes alabilmek biraz garipti, her zamankinden çok daha başka. Bazen sorgulamanın gereksizleştirildiği bir gezegende hapsolmuş gibi hissediyorum. Saniyeler yavaşlatılmış tavşanlarla yarışıyor. Kaldırımın üzerine oturup bir şeylerin son bulmasını istiyorum. Kötü bir şeylerin, iyi bir şeylerin, beklenmedik bir şeylerin… Nefesim kesiliyormuşçasına boğuluyorum. Koşsam da bir anlamı yok, farkındayım. Yürürsem yetişemem. Arkamdan kovalayan birisi var. Kızgın birisi. Yüz hatlarını net olarak göremiyorum fakat gölgesi korkmama yetiyor. Bazen sonucunu bildiğin halde adımlarını atmaya devam edersin. İlerisi uçurum dahi olsa minik ve gereksiz bir umut vardır içimizde. Zamanın boynumuza doğru fırlattığı halat belki uçurumdan düşmememiz için planlanmış bir kurtarış yoludur. Belki de biz zamandan değil, zaman bizden kaçıyordur. Hayatın muallakları arasında savrulup giden bedenimiz hiçbir zaman takım elbise giymeyi beceremedi. Bozulmuş ve kirli yakasının ardından boynundaki halatı koparmaya çalışan bir vücudun içine kilitliyiz. Kim bilir ya da hangimiz tam olarak tarif edebilir? Önemi yok. Koşmaya devam. Sonunu umursamazcasına…