Barlar sokağında çalıştığı barda bir kadınla tanışmıştı. Tanışmaları da vicdanın esaretiydi. Her ilişkide olduğu gibi sevgi öncelikli değil, vicdan onları bir araya getirmişti...
Garsonlar, Aytuğ'a bardak bardak rakı ve viski taşıyorlardı. O da içip içip kafasının güzelliğini, çalıp söylediği şarkılara yansıtıyordu. Dinleyen herkesin acısı vardı. Belki acının ortaya çıkış hali farklıydı, belki birileri daha ağır şeyler yaşamış ya da hâlâ yaşıyor da olabilirdi ama acının çekişi aynıydı. Kalbe giren damardan...
Saat gece yarısıydı. Müşterilerin hepsi tek tek eve doğru yol almıştı. Aytuğ hâlâ sahnedeydi. Gitarını sımsıkı tutmuş fakat gözleri kapalı, boynu aşağı bakar biçimde uyuyakalmıştı. Genç bir garson onu uyandırmaya çalıştı. Aytuğ gözlerini açıp kelimeleri yutarak bir şeyler geveledi. Sonra kalktı ayağa. Sahne merdivenlerinden inerken, bedenini sarhoş ruhu taşıyamamış ve yere düşmüştü. Neyse ki oranın müdürüyle arası iyiydi. Orada barmen olarak çalışan Merve tam üstünü giyip çıkacakken Aytuğ'un o halini görüp dayanamayıp yanına gitti. Yere düşmesine rağmen hiçbir şey olmamış gibi yerde uyumaya devam eden Aytuğ'un beline sarılıp ayağa kaldırdı. Kollarını kendi boynuna dolayıp elleriyle Aytuğ'un belinden tutup çıkış kapısına doğru yol aldılar. Müdürün çağırdığı taksi kapının önünde bekliyordu. Arka kapıyı açıp Aytuğ'u zorlanarak da olsa bir şekilde koltuğa yerleştirdi. Yanına da kendisi oturdu. Taksiciye kendi evinin yolunu tarif ettikten sonra o da gözlerini kapatıp dinlenmeye geçti. 30 dakikalık mesafe vardı çalıştığı yerle evinin arasında.
30 dakikalık dinlenme.
30 dakikalık sevişme rüyayla uyku arasında...