Bugün son günlerimin ilk günü...

Ekim ayına gireli bayağı olmuş. Çıkmak üzereyiz hatta. Son günlerimi yaşayacağım zamana dek en sevdiğim mevsimdi sonbahar. Bilirsin, sarı ve tonlarının gözümüze çokça çarptığı romantik bir mevsim işte. Turuncuya olan sevdamdan. Yanımda bilinci yarı kapalı bir şekilde uyudun bütün gün. Uyumak denirse tabii. Morfin etkisini bu hastalıkla karşılaşan herkes bilir. Şaşkınım, her şey çok iyiyken bu kadar kısa sürede bizi burada bulmak çok üzücü. Yaklaşık 3 haftadır buradayız ve en ufak bir gelişme yok. Aksine, geçen her gün öncekini aratmaya başladı. Geçen her gün bunu da mı yaşayacaktım diyorum. Bugün de onlardan biriydi. Kuruyan ağzını sildiğimde mideme kramp girdi. Bir haftadır yiyecek yemediğinden sana yemek vereceğimi sanıp elimdeki peçeteyi yemeye çalıştın ya... 20 yıl yaşlandım. Yangın merdiveninde geçirdiğim sinir krizi ise hayat sorgulatacak cinsten... Akşam vakti gelsin nöbetim bitsin de uyuyayım azıcık diyorken aynı anda zamanı durdurmak istiyorum kötü son yaklaştığı için. Herkes senden hâlâ iyi bir haber bekliyor. Dün gece herkesten gizli seyir defterini okudum. Galiba artık yolun sonuna geldik ve ben kendimi hazırlamaya çalışıyorum. Burda yaşadıklarım, evdeki uykularım hazırlanmaya çalıştığım şeyden çok daha yıpratıcı çünkü. Akşam hastanenin yanındaki ormandan geçtim. Evet, hep huzurlu bulduğum o orman... Artık nefret ediyorum oradan; döktüğü yapraklardan, sessizliğinden, verdiği huzurdan bile nefret ediyorum artık. Evim zaten... Bu günleri yaşayacağımı bilsem hiç doğmak istemeyeceğim ev oldu. Kaldı ki içinde uyumak... Uyumak zorundayım ama yorulduğumdan değil. Merak etme iyiyim. O kadar gözyaşı döktüm ki gözlerim yanıyor ben onu uyku sanıyorum. İyi geceler diliyorum sana ne kadar iyi geçebilecekse o kadar. Seni seviyorum...