Aniden pencerede karşılaştım onunla. Kalbim güm güm attı didem. O an dizlerime minnet duydum karşısında titremediği için. İkimiz de göz göze gelmeyi beklemiyorduk yüksek ihtimalle. Ne hissettirdi, ben o sokaktan döndükten sonra ne düşündü, hiç bilmiyorum. Ama bir anda kapıda buldum kendimi. İçeriye girmekle girmemek arasında, içimdeki kanlı taşları atmakla arkamı dönüp gitmek arasında, kapı eşiğine çöküp ağlamakla sarılmak arasında kaldığım tüm bu ikilemlerden hiçbirini yapamadım. Birbirimize 'halimizi' sorduk, ardından müsaademi istedim ve ayrıldım en nihayetinde.


Sokağın köşesine kadar yüreğimi taşıyan dizlerim, köşeyi döner dönmez un ufak oldu sanki. Nasıl çöktüm olduğum yere bilmiyorum, toprağın kendisi oldum.


Kaç saat kaldım orada bilmiyorum, insanlar gelip geçti. Benim elimde yüreğimdeki yükler, gözlerimi yerden başka bir yere kaldıramadım. Neden sonra, aylar sonra, hatta belki de çocukluğumda odama kendimi ait hissetmek adına ufacık bir fotoğraf asmanın verdiği savaşın sonuna geldim.


Yıllardır ben üç parça eşyamla, sokak sokak ev aramışım. Bir evin sobasının sıcaklığı ufacık sızınca dışarıya, sobayı benim için yaktılar sanıp sinmişim köşeye. Eve almalarını beklemişim.


Bugün kalktım köşebaşından, topladım üç beş eşyamı. Artık sokak sokak dolaşıp pencerelere bakmak istemiyorum biri yüzünü çevirir de denk gelirse diye. Ya da kapının köşesinde durup beklemek istemiyorum içeriye belki çağrılırım diye.


Nasıl yaparım, evin ilk tuğlasını nereye koyarım, hiç bilmiyorum. Bunun üzerine de çok düşünmedim açıkçası. Ama artık sokakları mesken edinmekse kendime ev kurmak istiyorum. Belki senin sokağına gelirim tekrar didem ama bu kez evimi kurmaya gelirim. :)