Sopayı kapan parka koştu. Çocuk, genç, yaşlı herkes sokağa dökülmüştü. Ellerinde irili ufaklı sopalar yüzlerinde azgın bir ifadeyle birbirleriyle adeta yarış yapıyor, itip kakışıyorlardı. Caddedeki arabaların sesini kızgın insan sesleri bastırmıştı. Parktaki kuşlar kaçarcasına uçtu, bulabildikleri en yüksek tepelere konup korku içinde olacakları beklediler.

Parkın içinde muhtarın kulübesi vardı. Sadece resmi işlerin yürütülmesi gereken bu yer, muhtarın karısından bıkıp kaçtığı evi olmuştu. Bir bavulla gelmişti, yemeğini dışarıdan söylüyor, haftada bir hamama gidiyordu. 

Muhtar gecenin bir vakti kopan gürültüye anlam veremedi. Mahalle başlarına mı çöküyordu, kıyamet mi gelmişti? Üzerindeki ince elbisenin üstüne ceketini geçirip kapı önüne çıktı. Gürültü giderek yaklaşıyordu. Muhtar, karısının ne halde olduğunu düşünmeden edemedi. Bu gürültüye uyandıysa çok korkacağını biliyordu. Kaç seneyi aynı yastıkta devirmişlerdi, endişe etti.

Kalabalık, parkın girişinde göründü. Muhtarla aralarında kısa bir mesafe kalmıştı. İki salıncak, bir tahterevalli geçildiğinde yüz yüze geleceklerdi. Elleri yukarı kalkmış haldeydi; birini yumruk yapmışlardı, diğer ellerinde bir nesne tutuyorlardı. Gerilen muhtar, sesini yükselterek sordu:

-Ne oldu? Ne işiniz var burada? 

Kalabalığın arasından yaşlı bir kadın çıktı, dikkatleri üzerine çekmek için elindeki bastonu iki üç kez yere vurdu. Gürültü azaldığında bağırarak konuşmaya başladı:

-Sizi bu mahallede istemiyoruz. Parkımızı terk edin. 

Muhtar hiçbir zaman sevilen biri olmamıştı. Babası anası da sevmezdi, kardeşleriyle anlaşamazdı. Karısı çalışıyor olsa, seneler önce kendisi bırakırdı kocayı. Çocukları baba yerine koymaz, bayramlarda el öpmeye bile yanaşmazlardı. Asık suratlı, despot, az konuşan bu adamın da kimseyi sevmeye niyeti yoktu. Yalnızlıktan memnun gibiydi. 

-Neden? 

Diyebildi, sesi çatlamıştı. Böyle bir dışlanmayı beklemiyordu. Hiçbir şey yapmamıştı ki, samimiyetsiz gelebilirdi ama kötü biri değildi muhtar. Kimsenin işini yarına aksatmazdı. Kulübenin önüne dilek/şikayet kutusu yaptırmıştı, her ay sonunda bunu içeri taşır dikkatle okurdu. Kafasına yatanları hemen faaliyete geçirirdi, diğer mektuplarıysa gecenin bir vakti, parkta kimse yokken, çöpe atardı. 

Yaşlı kadın ağzını açmıştı ki, baba diye bağıran bir çocuk sesi duyuldu. Kadın susmak zorunda kaldı, öfke içinde lafını bölen velete kafasını çevirdi. Kalabalığın epey arkasında sıkışmış çocuğun göz önüne çıkması hayli vakit aldı. İnsanlar huzursuzlanmıştı, küfür edenler oldu, ama kimse daha ileri gitmedi. Muhtarın çocuğuysa aralarından çıkması daha münasip olacaktı. Çocuk epey çelimsizdi, yaşlı kadının yanına geldiğinde bastonu istedi. Elindeki küçük sopayı kenardaki çalılıklara fırlattı. Kadın bastonsuz ayakta duramazdı, arkadan iki genç geldi ve koluna girdiler. Bastonu alan çocuk ağır ağır muhtara doğru yürümeye başladı. 

-Sana ilk sopayı ben atacağım, dedi. 

-Neden? 

Diye yineledi muhtar, ilk kez gördüğü çocuğa. Bu sefer sesi daha gür çıkmıştı. Anlaşılan, gelecek dayağın gücünü küçümsüyordu. 

Kuşlar pür dikkat parkı izliyordu, muhtarın tehlikede olduğunu hissetmişlerdi. Başlarını çocuğa çevirdiler. Çocuk konuşmaya başladı. Nefesinin kesilmesinden korkmuyor gibiydi, o kadar hızlı konuşuyordu ki yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Yavru kuşlardan biri çok korkmuştu, hıçkırmaya başladı. Küçük bedeni yarım saniyede bir titreyip sallanıyordu. Üzerine bindiği ince dal hareketli yüke daha fazla dayanamayıp kırıldı. Kuş ne olduğunu anlayamadan yere çakıldı. Kulübeyi gölgeleyen ağaçtaki kuş, muhtar ile çocuğun ortasında can verdi, boynu kırılmıştı. Diğer kuşlar buz kesti, birkaçı acı içinde öttü.

Hava soğumuştu, şiddetli bir rüzgar esiyordu. Ölüden emin olmak isteyen çocuk, bastonun ucuyla kuşu dürtükledi. Kuş sırt üstü döndü, gözleri açık kalmıştı. Çocuk bu küçük yaratığa duyduğu şefkatle onu yerden kaldırıp, düştüğü ağacın altına koydu. Annesi olduğunu sanan bir kuş, kanatlarını açarak yavrusunun yanına kondu. Öfkeyle kabarmıştı, nefret dolu bakıyordu gözleri. Çocuk irkilerek ayaklandı ve eski yerine geçti. Bastonu ağacın yanında unutmuştu. Kendini savunmasız hissetti. Kocaman adamın yanında küçücük kalmıştı. Muhtar, çocuğa gitmesini söyledi. 

Çocuk bir süre dikilmeye devam etse de pes ederek ellerini kaldırdı, tamam dedi, arkasına döndü ve kalabalığa yürümeye başladı. Çok çabuk pes etmesi kalabalığı şaşırtmıştı. Homurdanma sesleri geliyordu.

Anne kuş yavruyu kokladı, yabancı tat midesini kaldırdı. Birkaç kez etrafta dolanarak, koklamaya devam etti. Yavrunun kendine ait olmadığını anlayınca gagasını kuşun karnına geçirdi, acıktığını fark etmişti. 

Yaşlı kadın gençlerin kolundan kurtulup çocuğa doğru hızla yürüdü, kalabalığın gururunu çiğneyen çocuğa kin dolmuştu. Elime geçireceğim seni diyordu içinden. Çocuğun art niyeti duyması lüzum değildi, kadının gözlerinden okumuştu. Yine de cezasına razı olarak yürümeyi kesmedi veya kaçmaya yeltenmedi. Kadının üzerine doğru kararlı adımlar atmaya devam etti. Kadın ise yalpalıyordu, yaşlı ayaklar genç hırsa yataklık edemeyecek kadar eskimişti. Ayağı kaldırımın çıkık kenarına çarptı, sallandı, titredi kadın, sağa sola tökezledi. Olayı yeni gören biri sarhoş olduğunu iddia ederdi. En sonunda yüzüstü yere kapaklandı. Çocuk şaşırmamış gibiydi, hızını kesmedi. Kadının başına bastı ve inlemesine sebep oldu, sırtından ilerledi, bacaklarından geçerken tek ayağını havaya kaldırdı. Zıplayarak devam etti. Kaldırıma atladığında kalabalığın dağılmış olduğunu fark etti.